Türk Âşıklık Geleneği ve Ozan Ârif
Türk tarihinde Dede Korkut’tan bugüne devam ede gelen âşıklık / ozanlık geleneği çağlar içinde çok büyük temsilciler yetiştirmiştir. Bunlardan çağları aşarak, adlarını bugüne ulaştırmış büyük ozanları hemen hepimiz tanırız. Bu, Türk edebiyatı tarihine mal olmuş, Türk milletinin gönlüne nakşolmuş isimleri bir hatırlayalım isterseniz… Âşık Emrah’tan Karacaoğlan’a, Köroğlu’ndan Pir Sultan Abdal’a, Dadaloğlu’ndan Âşık Ömer’e, Seyrani’den Dertli’ye, Bayburtlu Zihni’den Sümmani’ye, Âşık Şenlik’ten Deli Boran’a, Âşık Şemi’den Gufrani’ye kadar nice büyük isim sayabiliriz. 20. Yy. gelince, pek çok isim içinde bir yıldız gibi parlayan isim Âşık Veysel’dir. Bu yüzyılın ikinci yarısına bakınca, en önce; Âşık Murat Çobanoğlu, Şeref Taşlıova, Âşık Reyhani, Abdülvahap Kocaman, Feymani ve Ferrahi gibi isimler akla gelmektedir. Yalnız bu dönemde saymış olduğumuz bu âşıklardan farklı ve özgün özellikleri olan iki aşık / ozan daha karşımıza çıkmaktadır. Bunlardan birisi yakin tarihte kaybettiğimiz Âşık Mahsuni Şerif ve diğeri de 13 Şubat 2019’da kaybettiğimiz Ozan Ârif’tir. Bu iki büyük ismin ozanlığı / âşıklığı zaman zaman siyasi / ideolojik tercihlerinin gölgesinde kalmıştır. Ya da bu yönleri âşıklıklarının önüne geçmiştir. Bu da belki kaçınılmazdı, çünkü 20 yüzyılın ikinci yarısında ülkemizde, toplumsal hayatımızda etkili olan siyasi / ideolojik ağırlık bu ozanlarımızın sanatlarında da etkili olmuştur. Şunu sanırım rahatlıkla söyleyebiliriz; Dede Korkut’tan bugüne süre gelen ozanlık geleneğinin son büyük temsilcisi idi Ozan Ârif. O da diğer büyük ozanlar gibi, sadece milletinin sesi olmuş, onun duygularına tercüman olabilmek için sanatını icra etmeye çalışmıştır. Sanatını hür ve bağımsız yaşatmayı hedef almış, güce ve resmi otoriteye eyvallah etmemiştir. İnanıp, benimsediklerini korkusuz ve gür bir sesle dile getirmiştir. O yönüyle Seyrani’ye benzer ve son mülakatında onu kendisine örnek aldığını belirtmektedir. Yine bu mülakatta Pir Sultan Abdal’ı haklı bulduğunu, ona haksızlık yapıldığını söylemektedir. Bu açıdan bakınca Derviş Paşa karşısında da Dadaloğlu’nu haklı bulduğu anlaşılmaktadır. Zaten bu büyük ozanlar hakkın ve haklının yanında yer almasalar ve inandıkları değerleri korkusuzca haykırmasalardı tarihe ve millete mal olup, isimlerini bu güne taşıyamazlardı. Ozan Arif gibi gerçek ozanları gücün, otoritenin ve şahısların önünde eğilen, onlara soytarılık yapan uyduruk ozanlarla, - günümüzün tabiriyle çakma ozanlarla – karıştırmamak gerekir. Ozan Arif daha gencecik bir ozan iken: Koy desinler filan fikrin ozanı Ozan Arif sen bırakma ezanı Bismillah deyip de köhne düzeni Yıkmayınca bu memleket düzelmez, diye haykırdı. Gün geldi: Âşıklardan çıkar sözün zengini Gösterin cihanda Türk’ün dengini Ay-yıldızlı bayrağıma rengini Verene kurbandır bu canım benim, diyerek sesini yükseltti. Ve gün geldi: Ozan Arif saz omuzda Yoktur başka dostumuz da Yaradan var üstümüzde Kula minnet etmem gayrı… diyerek doğru bildiği yoldan yalnız da kalsa dönmeyeceğini mertçe seslendirdi. 1980’den 1991’ e kadar Avrupa’da ve diğer ülkelerde yaşayan Türlerin, gurbetçilerimizin sesi ve nefesi oldu. Onların dertleriyle dertlenip, onların sıkıntılarını seslendirdi. Oralarda milli kimliğimizin ve kültürümüzün güçlenmesine anlatılmaz derecede önemli hizmetleri oldu. Sonra Türkiye’ye dönüş ve yurduna kavuşmanın sevinç ve coşkusuyla sanatını icra etti, ülkemizi baştan sona konserlerle dolaştı. Maalesef, ömrünün son yirmi yılını, ozanlıkta en olgun ve verimli olacağı yılları mahzun ve mustarip geçirdi. Sevenleriyle ve milletiyle sahnelerde, salonlarda ve meydanlarda kucaklaşmasının önüne engeller çıkartıldı. Biz biliyoruz ki tarih ona engeller çıkartanları ve asılsız gerekçelerle saldıranları değil Ozan Arif’i yazacaktır. Fırtınalarla ve mücadelelerle geçen hayatı sebebiyle, onun kitlelere mal olmuş coşkulu ozanlığının gölgesinde kalan güçlü şairliği gözden kaçmıştır. Elbette onu anlatan ve sanatını inceleyen araştırmalar, tezler ve kitaplar hazırlanacaktır. Hayatının mutsuz ve mahzun geçen yıllarının sonunda maalesef amansız hastalığa yakalanan ozanımız, büyük acılar çekmiştir. Ve göçünü toplayıp: Arif der ki bunca yıl ay Geldi geçti vay dünya vay Yaşamaksa… yaşadım say Aha geldim gidiyorum, diyerek fani dünyadan ayrılan Ozan Arif’in cenaze merasimi de adına yakışan ihtişamda olmuştur. Türkiye’nin her tarafından ve dünyanın – Türklerin yaşadığı- her yerinden binlerce insanın katıldığı son görevin yapıldığı törende (16 Şubat 2019 Cumartesi) bulunmak bize de nasip oldu. Türk âşıklık geleneğinin son büyük ozanının uğurlanmasında bulunmak, ruhumda esen fırtınaları sükûta erdiren bir teselli olmuştur. Cenab-ı Hak seni cennetinde güldürsün Arif Ozan, güle güle… OZAN'IN VEDÂSI Hiç sapmadan, doğru gitti yolundan Neler çekti sivri, keskin dilinden Şikâyetçi olmadan hiç halinden Ozan Ârif çekti gitti dünyadan. Bir ülküsü vardı bir de Turan'ı Rehber etti kendisine Kur'an'ı Çok üzüldü eşi, dostu, yâranı Ozan Ârif çekti gitti dünyadan. Çekinmedi söyler iken sözünü Hiç budaktan sakınmadı gözünü Hakka doğru çevirerek yüzünü Ozan Ârif çekti gitti dünyadan. Sebil etti dâvâsına ömrünü Göremedi emeğinin sonunu Menfaate çevirmedi yönünü Ozan Ârif çekti gitti dünyadan. Bu yolda emeği, hakkı çok O'nun Hazır idi, farkındaydı bu sonun Sedası kesildi aziz vatanın Ozan Ârif çekti gitti dünyadan. Hem sesi yiğitti, hem sazı yiğit Sözleri destandı, şiiri öğüt Anlatamaz O'nu yazsam bin ağıt Ozan Ârif çekti gitti dünyadan.