TİCARET BAKANLIĞI'NA TEKLİFİMDİR

Yayınlanma: 30.04.2025 15:01 Güncelleme: 30.04.2025 15:01

Şimdi adı “büyük şehir”ler arasına giren, Türkiye’nin saygın illerinden birine Ramazan ayında 1981 yılında Ramazan vaizi olarak, Diyanet İşleri Başkanlığı tarafından görevlendirildim. Müftü efendi, o günlerde en seçkin otelin süit odasını ayırtmış. Otelin müdürü, muhasebecisi ve aynı zamanda az da olsa hissedarı olan bir zatla, yatsı namazından sonra sohbetimiz olurdu. O şehrin en zengini ve aynı zamanda hayırseveri bir işadamının muhasebeciliğini yaparken 800 kadar fakire her ay asgari geçimi esas alarak yardım ettiğini, Aybaşında kuyruk olmaması için, ayın birinden onuna kadar yüzer kişi gelir ve zarf içindeki parasını alır giderdi. Herkes kendi alacağı günü bilirdi. Bir gün hacı ölüverdi. Cenazenin defninden birkaç gün sonra vârisler toplandılar ve beni de toplantıya çağırdılar. Sonunda hacının fakirlere yaptığı yardımları anlattım ve aybaşının yaklaştığını söyledim. Vârisler, “Bu ay dursun, ileriki ay için düşünelim” dediler, ileriki aylarda fakirlerin hakları ödenmedi. Bir aya kalmadı, İtalya’ya giden bir gemi dolusu malımız bir bahaneyle geri gönderildi. Birçok şey sebep oldu ve battılar. “Ben, gayrimenkul mallarını satıp onların İstanbul’daki yaşam standartlarını korumaya çalışıyorum” anlamında uzunca anlatmıştı. Ben de mali müşavire, “Sebepleri yaratan da Rabbimizdir” demiştim. Bir de duası makbul diye bilinen bir hocayı köylüler yağmur duasına davet ederler. Hoca, köye gelir, muhtar ve köyün zenginleriyle beraber, köyün fakirlerinin hepsine yardım dağıttıktan, alacaklı ile verecekliler arasında işi tatlıya bağladıktan, küsler barıştırıldıktan sonra öğle namazının ardından duasını yapar ve şehirdeki evine dönerken yağmura tutulur. Ben de muhasebeciye, Rabbimiz bu konuda şöyle buyurdu: “De ki: "Muhakkak benim Rabbim, kullarından dilediğine rızkı bol verir, (dilediğine) kısar. Siz hayırdan neyi verirseniz O, onun yerine başkasını verir. O, rızk verenlerin en hayırlısıdır.” (Saff süresi ayet 34/39) “Hikmetinden sual/sorulmaz, Rabbimiz, Müslüman kulları arasından sevdiklerinin cennete gitmeleri için kimlerin zengin olursa azacağını bildiğinden o sevdiği kuluna fazla mal vermiyor. Kimin de fakir olduğunda sabretmeyeceğini bildiğinden ona az veriyor. Aynı ekonomi kitaplarını okuyarak mezun olan ve Amerika’da doktora yapan şeriatçı kardeşlerimiz, bu ayete iman ederler ama hiçbir tezlerinde gündeme getirmezler. Komünist yoldaşlarımız da “Olmaz öyle şey” derler. Hâlbuki bu imanla 1400 yıl, dünyanın yarısından fazlasında iktidar olmuşlar ve “Havaic-asliyye/insanca yaşamak için gerekli olanlar”ı “Ev ve ev için gerekli eşya, kışlık, yazlık elbise, lüzumlu silâh, âlet, kitab, bir aylık -sahîh olan diğer bir görüşe göre- bir yıllık nafakaya mahsûs erzak, havâic-i asliyye'den sayılır” (Seyyid Şerif Cürcani, Ta’rifat, “Hacet-i asliyye” maddesi) demişler ve aç insan bırakmamışlar. Yunus Emre de bu ayeti şiirle terceme etmiş: “Ne varlığa sevinirim Ne yokluğa yerinirim Aşkın ile avunurum Bana seni gerek seni” deyivermiş. Rabbimiz buyurur: (Her şeyi yazdı) Ki, kaybettiğinize yerinmeyesiniz, size verdiklerine de sevinmeyesiniz, Allah kendini beğenen, çok öğünen kimseleri sevmez.” Hadid süresi ayet 57/23) Biz çalışmakla emrolunduk. Sonunda fakir kalırsak sabretmekle, hırsızlığa, dolandırıcılığa, soyguna, hazineye hortum takmaya… gitmeden sabırla çalışmaya devam ettiğimiz gibi, eğer zengin olursak, cimriliğe, azgınlığa, taşkınlığa meyletmeden Allah’a şükretmekle emrolunduk. Zor durumda olan fakirlerin ihtiyacını giderecek kadar yüksek zekât, öşür, sadaka gibi devlet hazinesine alınacak trilyonlar, laikliğe zarar vermemek için milyonlarca fakirimizi ezmeye devam ediyoruz. Zekât ve öşür, doğrudan fakirlere verilmek zorundadır. Tevbe süresinde 9/60, verilmesi istenen yerlerin hepsi doğrudan insandır. Çünkü insan, yeryüzünün en değerlisidir. Teklifim: Koruma altında olan laikliği zedelemeden bu işi, her il ve ilçede ticaret odalarında bir birim oluşturulsun. Kurucuları, en az 10 yıldır ziraat, ticaret, sanayiden birinde işadamlığı yapmış olanlar arasından seçilsin. Geçmişinde yüz kızartıcı iş yapmamış olsun. Ve bu on yıl içinde senedi, çeki dönmemiş olsun.   O şehrin ziraat, ticaret ve sanayi ürünlerini zorlama olmadan, gönül rızasıyla verenlerin zekâtını, öşrünü ve sadakasını kabul etseler ve o şehirde muhtarlar tarafından belirlenen muhtaç ailelere her aybaşı verilse ne olur. Büyük şehirlerden birinde zenginlerimizden biri anlattı: “Ben, bu şehirde vergi vermede ilk onun içine girdiğim sene defterdar, işyerimi ziyaret ederek tebriklerini ve teşekkürlerini bildirdi. Ben de ona, ‘Bu sene verdiğim vergiden fazla zekât verdim’ deyince şaşakaldı” demişti. Müslümanların zekât, öşür, sadaka, fitre… gibi mali ibadetlerinin sayımını çıkaran bir kurum veya bir şahıs olmadı veya oldu da benim haberim olmadı.

Devamını Okumak İçin Tıklayınız