SEVME

Yayınlanma: 28.11.2025 15:20 Güncelleme: 28.11.2025 15:20

Bir çiçeğin dalında solması gibi… Aniden… Ve hiçbir şeyden habersiz… Sevmek yarınlara hayal kırıklıkları biriktirmek gibi… Çok sevmek gelecek zamanın toprağına hüzün ekmek sanki. Bir masada… Bir kaldırımında çıkmaz bir sokağın… Ve ardına dahi bakmadan giden birinin ardından bakakalmak… Uyumak… Hiç uyanmak istemediğin günün sabahına hasret saklayan gecenin koynunda… Yalnız… Yapayalnız… Sevmek… Zamana boyun büken anların uçup giden mutluluklarına aldanmak belki de! Gözlerin doğrularına ihanet eden dilin yalanlarına inanmak… Bir gün bir yerde bir saçmalığın bağrına konan bakışmaların zamanın başka bir diliminde gözyaşlarıyla buğulanmasını sevmek… Şairin mısralarında gezinen sevdaların asıl sahiplerinin ıstırabına aşk diyor insanlar. O aşk bir tek muhatabına iyi gelmiyor oysaki. Sevginin göğsüne yaslı başların zonkladığı gecelerden habersiz… Aşkın mahvettiklerinden bihaber insanlar şiirlere kendi aşklarından arta kalan yaşları akıtırken… Bir masada barışmaya yetmeyen bir demet çiçeğin mahzun hali var üzerinde. Meltem rüzgârı okşarken yüzünü teselli etmekten uzak umarsız esintisiyle… Özlemek, sevmenin sırdaşı olup çıkıveriyor göğüs kafesinden. Kafesinden uçan kuşun ne yapacağını bilmez tavrına benzer biçimde volta atarken sahil kenarında… Sevdiğini kafese hapsetmeye aşk yakıştırması yaptığı zamanlar kendini anımsatıyordu tozlu sayfalarında geçmişin. Öksürük nöbeti geçirircesine boğuk boğuk nefes alırken… Sevmenin nefes darlığına evrileceği günlere umarsız halleri rol çalıyordu gerçeğin anlık varoluşundan. Geçmiş, bilinç sahnesinde perdeye yansıyan hüzünlü bir filme dönüşüyordu. Kendi mutlu sonsuz filmini izliyordu. Denizin gün batımına huysuzlandığı köpüklü dalgalarına… Sevmeye doyumsuz aşığın ıstırap kusuşu yansıyordu. Ayrılığa kapı açan zehirli sözlerin köpükleri taşıyordu ağzından. Pişmanlıklar… Öfkeye yenik düşmenin acizliği… Eksikliğe, kusur yakıştırması yaptığı anlar… Sevmenin kendisiyle yetinmeyenlerin sevdiğini gün be gün tükettiği zamanlar… Sevmek zamanı… Zamanı sevmek… Ve sevginin beslenmek yerine zamanla solması… Bir masada boynu bükük kalan çiçeğin soluşunun temsil ettiği burukluğun sızısı tazeydi kadının kalbinde. Ardına bakmadan giderken… Ardında ona bakana kurban verdiği anların pişmanlığı bağrında… Yumru yumru… Yutkunmanın hıçkırık nöbetleriyle daha da güçleştiği diliminde zamanın… Ayrılığın insanı hiç teselli etmeyen kucağına doğru ilerliyordu… İsteksiz… Korku dolu… Kırgın… Hüzünlü… Ama onurlu… Sevmek, onurlu ayrılıklara sürüklenmek demek sanki. Tadına doyumsuz tarafının doyuramadığı kalplerde birikirken kırgınlıklar… Zamanın bir yerinde herhangi bir anında çat kapı çıkıp gitmenin adıdır aşk. Aşk kalmak değil… Gitmek belki de! İnsanın tarif etmekte yetersiz kaldığı lezzetli hissin sisli havasında kendini kaybetmek… Puslu bir bohemliğin içinde kaybolmaktansa gitmek! Kendine gitmek… Kendi varoluşuna dönmek… Kendini bulamayan birine dönüşmeden… Sevginin elleri boğazında… Nefessiz kalmaya aşkın hatırına katlanmadan… Gözlerinde kan kırmızısı renginde ayrılığın acısı… Yanaklarından süzülen yaşlar sevmeye aç kalbinin yansıması… Bir çiçeğin bir yudum suya hasret kalışı gibi değil… Zamansız… Ayarsız… Düzensiz… Orantısız sevişi insanın… Bir zaman gereğinden fazla su serpenin bazı zamanlar çorak toprakta direnen çiçeği anımsatacak denli yoksun bırakışı sevdiğini… Sevgisinden… İlgisinden… Fazlanın israfının azın cimriliğini telafi etmediği zamanlar… Ayrılık zamanı… Zamanın ayırdığını kimsenin kavuşturmaya güç yetiremeyişi… Ve bir kalpte hiç tükenmeyecek sızının tükettiği insanlar… Sonu olmayan bir hikâyenin kahramanı onlar. Biri masada… Diğeri kapının ardında… Ve masada bir tutam çiçek… Gece mekânı temizleyen görevlinin tutup çöp kutusuna attığı çiçek. Kimin umurunda? Onların. Onlarsa insanların umarsız bakışları arasında… Solmaya yüz tutmuş sevmenin emaneti sanki ayrılığın koynunda… Hüzün dolu… Üzgün ve solgun… Aşk artık anlık dalıp gitmelerde. Bakışları etrafta gezdirirken gözleri bir boşluğa dikmekte. Aşk sevmeye doyumsuz yüreklere hüzün ekmekte. Aşk sofrada eşit bölünmeyen ekmekte artık; bir de masadaki boynu bükük çiçekte. Solmaya gün tüketmekte… Aşk…

Devamını Okumak İçin Tıklayınız