PERVANENİN YOLCULUĞU
İslâm’da aşk; Allah’ı şiddetle sevme, benliği sevgide eritme gibi derin manalar taşır. Hallâc-ı Mansûr, Kitâbü’t-Tevâsîn adlı eserinde bu aşkı pervane ile mum arasında geçen bir misalle anlatır: - Pervanenin mum ışığını görmesi ilme’l-yakîn, - Ona yaklaşıp hararetini hissetmesi ayne’l-yakîn, - Ve ateşin içine girip yanarak kül olması ise hakka’l-yakîn’dir. Sufilerin "Hamdım, piştim, yandım" tabiri pervanenin bu yolculuğunun insandaki tezahürüdür... Aşkın en yüce mertebesi, aşığın maşuku uğruna canını ortaya koymasıdır. Mevlâm sana ersem diye, aşka düşen pervaneyim Cemâlini görsem diye, aşka düşen pervaneyim... Peki, aşk gerçekten var mıdır? İnsan gerçekten âşık olabilir mi? Yoksa aşk, yalnızca masallarda anlatılan bir hülya mıdır? Ben yürürüm yane yane, aşk boyadı beni kane, Ne akilem ne divane, gel gör beni aşk neyledi... Aşk, muhabbet, hubb, sevgi, meveddet... Tüm bu kelimeler insanın kalbinden, ruhundan doğan, gözle görülmeyen ama varlığı inkâr edilemeyecek kadar güçlü hislerdir. Bu hisleri Allah’a yöneltebilmek ise ancak âriflerin kârıdır. Muhyiddin İbn Arabi’ye göre ibadetin aslı sevgidir. Bu yüzdendir ki sevgisiz ibadet makbul değildir. Gerçek ibadet, gönülden gelir; zorlama ya da gösterişle değil. Sevgi, en yüce ibadettir. Mevlânâ Celâleddîn Rûmî “aşk dini”nden bahseder. Çünkü İslâm, aşktır; huzurdur. Dinin gayesi, dini göndereni sevmek ve tanımaktır. O hâlde İslâm’ın özü Allah’a duyulan muhabbet ve O’na yapılan kulluktur. Tüm peygamberler –selam üzerlerine olsun– insanları Allah’a çağırmışlardır. Allah’ın bizi yoktan var ettiğini, bizim acizliğimizi ve hiçliğimizi dile getirmişlerdir. Varlığımız O’nunla anlam bulur. Aşkımız da ancak O’nunla sonsuzluk kazanır. Kıblesi aşk olanlara selâm olsun. Yetmiş iki millete bir gözle bakabilenlere, aşk dergâhına davet edenlere selâm olsun. Bu aşkı bulanların sözü şudur: “Yaratılanı severim, Yaratan’dan ötürü.”