Konumuz: DEPREM EĞİTİMCİ-YAZAR O.NURİ KOÇAK “AKIL VE BİLİM ÖNDERLİĞİNDE YAPILAN HİÇBİR BİNA DEPREMDE YIKILMADI”
“ Şimdi sessiz duruyoruz kıyısında bir düşüncenin /unutmamak için çünkü unutuşun kolay ülkesindeyiz/Ölü balıklar geçiyor kırışık bir deniz sofrasından/ ve ellerinde fenerlerle benim arkadaşlarım/ durmadan düşünüyorum/ ne kadar çok öldük yaşamak için.” Onat Kutlar
HABER-RÖPORTAJ: Yasemin KÜÇÜKCİCİBIYIK Deprem! Ne çok yarım kalmış cümle demek... Üzüldük, öfkelendik, çaresiz kaldık, umutlandık, korktuk, suçluluk duyduk ve daha birçok duyguyu aynı anda yaşadık. Herkes depremden farklı etkilendi ve etkileniyor. Bu acıyla yola devam etmek elbette kolay değil... Daha çok başındayız ve el ele birlikte yürüyeceğimiz bir yola ihtiyacımız var. Depremi ve bu büyük acıyı unutmamak için depremi konuşmaya ve sorgulamaya devam edeceğiz. Depremi bilime sığınarak anlamaya ve anlatmaya çalışacağız. Depremi fikir üreterek, konuşarak, bilgimizi ve bildiklerimizi paylaşarak hep gündemimizde tutmaya devam edeceğiz. Günlerdir televizyonlarda hep aynı cümleyi duyduk “Türkiye bir deprem ülkesidir” Peki deprem ülkesi; yönetimi, denetimi ve halkıyla nasıl olmalıdır? Röportaj dizimizin bugün ki konuğu gazetemiz başyazarı Osman Nuri Koçak ile bu konuyu konuşacağız. *Sayın Koçak ilk sorum şu olacak; Türkiye bir deprem ülkesi midir? Deprem ülkesi ve insanı nasıl olmalıdır? Osman Nuri Koçak: Depremle ilgili fay haritalarına baktığımız zaman Türkiye birinci kategoride bir deprem ülkesidir. Türkiye’nin bir deprem ülkesi olduğunu, bu haritaları tüm okullarımızın en görülecek alanlarına asılması gerektiğini söylüyorlar. Doğrudur itirazım yoktur. Ama öncelikle deprem haritalarını, ilgili bakanların, genel müdürlerin, il müdürlerinin ve afete acil müdahale ile görevli kurumların odalarının en belirgin alanlarına asmak gerek. Bu yetmez, deprem olduğu anda kimseden bir emir veya talimat beklemeden otomatik olarak harekete geçen mekanizmalar oluşturulmalıdır. Türkiye’nin tamamı bir deprem bölgesidir. O yüzden halkına, sizin de çok doğru olarak vurguladığınız gibi deprem gibi yıkım ve acıları büyük oranda engellenebilecek doğa olaylarına, “kader” çizgisinin önlenemez bir yazgı cephesinden değil, akıl ve bilimin perspektifinden bakmak gerektiği bilinci yerleştirilmelidir. Bu bilinç, yöneticilerin her şeyi siyasi getirime dönüştürmeye çalıştıkları bir ortamı da yok eder. Çünkü ne yapılması gerektiğini bilen bir halk, yöneticilerinin bu tutumuna izin vermez. Çünkü acil müdahale sistemlerinin geç çalıştırılması, o sistemlerin acil özelliğini ortadan kaldırdığı için, acil ünvanını taşıyamayacakları sonucunu doğurur. O zaman, mahalle muhtarları, öğretmenleri, din görevlileri, STK yöneticileri, diğer kamu görevlileri, fabrika ve imalat sanayi işçileri, askeriyesi, polisleri ve gönüllüler şehrin ve gerektiği zaman tüm ülkenin deprem sorunlarına acil müdahale konusunda profesyonel kurumları kanalıyla belirli aralıklar ile eğitilmeli ve bu kurumların işbirlikçileri olarak toplantılara ve kararlara katılmaları sağlanmalıdır. *Ülkenin 40 bin canı yok artık, bu soruyu sormaktan yorgun ve bıkkın bir ruh halimiz var. Sizce yaşanan bu son felaket hepimize ders olur mu? Yoksa dilim varmıyor ama yine unutacak mıyız? Osman Nuri Koçak: Felâketler demek gerekir. Çünkü son depremlerin zamanına baktığımız zaman çok da öyle unutacağımız kadar sürelerin geçmediğini görürüz. Ders olmamış ki, son olarak bu kadar büyük bir yıkım ve acı ile karşı karşıya kalmışız. Yaşanan felâketleri fırsata çevirmek ve bunu da çağdışı anlayışlar ile refere etmek bir ülkede prim yapıyorsa, sorunlar bitmez. Bu anakronik yapılar, deprem bilincini ayakta tutmayı değil, onu unutmayı önerir. Hatta onu günahlarımızın bedeli olarak akıllara mıhlar. Toplum, giderek bu felâketlerin kendisini günahları sonucunda oluştuğuna inandırılır ve kendi suçluluk dünyasının girdabında boğulur. Bu durum bırakın sorumluları sorgulamayı, halkın bilimsel anlamdaki tüm çalışmalardan uzak kalmasına neden olur. Katılsak ne olur ki? Suçlu bellidir ve sorun bu suçtan arınmak ile hallolur. O zaman içe dönük yaşayan bir toplum daha da içe kapanır ve ortam gerçek suçlulara kalır. Elbette ders çıkarmalıyız ama sineği üreten bataklığı kurutamazsanız, hiçbir pencere teli veya ilaç sizi o sineklerden ve sıtmadan koruyamayacaktır. Bataklıklarda üretilen ise cehalettir. Cahilin hafızası olmaz. O yüzden unutulmuşluk kavramının buralarda bir değeri yoktur. Onun aklı da hafızası da başkalarına emanet edilmiştir. O başkaları da zaten bataklığı oluşturanlardır. Bilimin kalesi olması gereken bir üniversitenin rektörü “cahil adam uygun adamdır” diyorsa ve hiçbir yaptırıma maruz kalmıyorsa millete gereksiz bir ümit pompalamanın sonucu nasıl olur bilemiyorum. Ülkenin kırk bin canı yok demişsiniz. Dün o bölgede görevlendirilmiş bir valinin söylediğini esas alırsak iki ve beş kat arasında bir rakam bizi bekliyor derim. *Her deprem sonrasında Japonya ile kendimizi kıyaslıyoruz. Japon bunu başarırken, biz iki üç gün kıyasladıktan sonra yine dersimize çalışmıyoruz? Yine unutuyoruz? Biz neden sürekli unutuyoruz sayın Koçak? Osman Nuri Koçak: Bir zamanlar inşaat kumu satıyordum. Karaman ve civarında granlümetrisi en uygun kum ocağı benim ocak idi. Karışım raporlarını çıkartmış, elime almış inşaat yüklenicilerini dolaşıyordum. Çok itibar görmedik. Elbette raporları görerek hemen bağlantı yapanlar oldu ama çoğunluk tınmadı bile. Bir gün bir yüklenicinin inşaatına uğradım ve inşaatında kullandığı kuma baktım. Sordum, “yahu, bu topraklı kum mu, yoksa kumlu toprak mı?” Gülerek, “hocam, senin kum çok güzel ama pahalı. Karaman’ın çevresindeki derelerin kumu ile karıştırılarak ucuz hale getirilmiş kum bize daha uygun geliyor. Hem Karaman deprem bölgesi değil ki. En kötüsü yüz yıl gider” dedi. Bu sözler üniversite bitirmiş bir kimseden değil de, cebinde parası olan ve temelde ev satan cahil yüklenicilerden gelseydi bu kadar ürpermezdim. Köprünün bir teli kırıldı diye kendisini öldüren bir Japon mühendisle mi kıyaslıyım ben bu bizim mühendisleri? O kıyaslamaların tümü gazel okumak. Çünkü kimse onları dinlemiyor. Bildiğiniz şeyleri gidin devletin tepesinde oturanlar ile o yapılara oturma izni veren mühendislerimize anlatın. Japon duyarlılığını o zaman bize bir şeyler ifade eder.. Bu yıkım Japonya’da olsaydı, tüm hükümet giderdi. Belki içlerinde harakiri bile yapan olurdu. Bizim ağalara bir bakınız. Keşke yıkılan binaların kolonları onların koltukları kadar sağlam olsaydı. Beni asıl üzen, halkımızdan bu duruma bir tepkinin olmaması. Olmaya başladığı gün bu kıyaslamaların da değer taşıdığı gün olacaktır. *Ne söylesek eksik kalacak çok tarifsiz bir acı yaşadık. Tek güç bulduğumuz şey dayanışma ruhumuz oldu. Birbirine omuz veren ve yardıma odaklanan onlarca insan yarayı sarmaya kenetlendi. Yine üzülerek söylüyorum sosyal medyada birbirini linç etmek isteyen bir kesimle de karşılaştık. Neler söylemek isterseniz Sayın Koçak? Osman Nuri Koçak: İşte belki de tek umudumuz ve sorunları çözmesine büyük katkı verecek en duyarlı alanımız ulusal dayanışma karakterimizdir. Sanıyorum düşene koşmak, onun rengine, dinine, ırkına bakmadan elimizde ne varsa onun taşıyarak koşmak her milletin harcı değildir. Bu soylu ve köklü milletlere has bir tutumdur. Birçok güç çok uğraştı ama bizdeki bu dayanışma ve fedakârlık duygusunu bir türlü yıkamadılar. Çok acılar yaşamış, çok güngörmüş bir coğrafyanın insanlarıyız. Yardım bekleyen hiçbir eli boşa çevirmeyen bu davranış sanki genetik bir yapılanışın açığa vurması gibi. Hepimiz üyesi olduğumuz sivil toplum kuruluşları kanalıyla harekete geçtik. Elbette bu örgütler devletin rakibi veya düşmanı değillerdir. Gönül istiyor ki bu kurumların hepsini devlet planlasın ve sahaya sürsün. Öyle olmadığı gibi ilk günler garip bir yasakçılık zihniyeti sergilendi. “Her şeyden AFAD sorumlu ve yetkili o yüzden siz geri durun bakalım” denildi. Sanki AFAD’ a karşı olan varmış gibi. Hatta AHBAB gibi bir kuruluşa üstün hizmet madalyası verilmesi gerekirken onu linç etmeye kalkanları da unutmadık. Karaman’da, KARTAP, ADD, ÇYDD gibi kuruluşlar kendi güçlerince hemen sahaya indiler. Ticaret ve Sanayi odamız her türlü takdirin üstünde gece gündüz insanüstü bir çaba ile kardeşlerimize yardım etmeye koştu. Belediyelerimiz, İşadamlarımız, fabrikalarımız elinden gelenleri hızlı bir biçimde deprem bölgesine aktardılar ama oraya giden yardımlar uzun süre kamyonlarda bekletildi. Ama bu süreç gösterdi ki bu soylu millet, 7,70 lik depreme daha fazla bir güç ile karşı durdu ve daha da duracağını ilan etti. Ama bu süreç gösterdi ki, her canın sıkıldığında başka milletlere parmak sallamak yerine dost olmaya çalışmanın ne kadar değerli olduğunu anladık. Enkazdan çıkan bir Türk çocuğunu bağrına basarak ağlayan bir Yunan evladının manzarasının ne kadar değerli olduğunu anladık. Tüm dünya yardıma koştu. Dünya da biliyor ki, bu millet önemli bir millet. *Acımızla yola devam etmek elbette çok zor. Ama bilime sığınarak anlamaya çalışacağız, fikir üreterek, konuşarak, bilgimizi bildiklerimizi paylaşarak ve depremi hep gündemimizde tutarak anlamaya ve anlatmaya çalışacağız. Afet konusunu nasıl gündemimizde tutabiliriz? Osman Nuri Koçak: Büyük acıları göğüslemek, onların altında kalmamak büyük milletlerin harcıdır. Bu millet demirden dağları eriterek Ergenekon destanını yazdı. Acılarla baş edebiliriz ama cehaletle baş etmeyi de öğrenmemiz gerek. Onu da başaracağız. Büyük kurtarıcımız Gazi Mustafa Kemal’ i daha iyi dinlemeli ve daha iyi anlamalıyız artık. O bize bir izm, bir doktrin bırakmadı. O bize kılavuz olarak akıl ve bilimin önderliğini bıraktı. Bilim dışında hiçbir şeyin önderliğini kabul etmemeyi önerdi ve ülkemizi dünyanın en değerli doğu ülkesi yaptı. Akıl ve bilimin önderliğinde çağdaş uygarlık yolunu gösterdi. Bu yeter. Akıl ve bilim önderliğinde yapılan hiçbir bina depremde yıkılmadı. Akıl ve bilim önderliğinde kurulan hiçbir kurum milletin sırtında asalak olmadı. Millete hizmet etmekte yarıştı. Akıl ve bilimin ışığında eğitim veren kurumlar ayakta tutuyor bu ülkeyi. O zaman akıl ve bilimi önceleyen her kuruluş, her kurum ve her kişi etrafına güneş olmalı. Felâketleri geldikten sonra sırtlayan değil, gelmeden önleyen bir bakış açısı geliştirmeliyiz. Devlet ile çatışarak değil, işbirliği yaparak onun da uyumasını önlemeliyiz. Sivil güç uyanmalı artık. Sizin şu anda yaptığınız iş bile o kadar önemli ki. Diyorsunuz ki “Ey basın! Deprem gibi felâketler kapımızı çalmadan halkı bilinçlendirme görevimizin olduğunu unutmayın ve toparlanın.” Ne kadar güzel değil mi? Bunu yapmak gerek işte. Her kişi ve kurum bu duyarlılık noktasını elinden kaçırmamalıdır. Damlalar yan yana geldiği zaman akarsuların oluşacağına inanalım yeter. Hiç kurak bir akarsu çevresi gördünüz mü? *Son olarak Karaman deprem riski en düşük iller arasında yer alıyor. Bu şu demek oluyor Karaman iç göç alacak kentler sıralamasında da başı çekiyor. Bu konudaki görüşleriniz nelerdir sayın Koçak? Osman Nuri Koçak: Karaman Konya arasında beş milyonluk bir güvenli sanayi kenti önerimleri var. Bu proje yeni İstanbul’lar, yeni Kocaeli’ ler yaratacak ise ötede dursun. Elbette değerli yatırımlar ülkeniz en güvenli bölgelerinde ve çok planlı bir anlayışla yer almalıdır. Ancak, tarım alanlarını yok eden, her türlü kirliliği pompalayan, hızlı ve garip imar durumlarına yol açan bir kentleşmenin insanlar için kapalı cezaevlerine dönüştüğünü gördük. Ayağı toprağa değmeden bir ömür ikmal eden insanlığa tanık olduk. Sularını eğilip içemediğimiz bir yana ekinimize su vermeye cesaret edemediğimiz çayları, dereleri gördük. “Bize plan değil, pilav lâzım” diyen kafaların plansızca talan ettiği canım topraklarımızın nasıl yok olduklarını gördük. Havamızın nasıl kirlendiğini gördük. Deprem riski daha az olan illere sanayi yatırımları olmalı ama planlı ve doğaya duyarlı bir biçimde. İç göç meselesinin çözülemez boyutlara varacağını sanmıyorum. Bu insanların çoğu geriye dönerler. Asıl sorun onların geriye dönememesidir. Özellikle Hatay, kendi aralarında emir bile seçtiği söylenen sığınmacılara teslim edilmemelidir. Türk Devletinin ve hukukunun otoritesini yok sayan veya onu zayıflatanlara cesaret verilmemelidir. Bu sorun ileride başımızı çok ağrıtacak gibi görünüyor. Bu konuyu gündemde tutma uğraşınızı takdirle karşılıyor ve üyesi olmaktan mutlu olduğum Uyanış’ı alkışlıyorum. Umarım tüm kuruluşlar bu duyarlılığı paylaşır ve damlalar dere olur. Sivil Toplumun bir şekilde, bir yerlerde yönetme ameliyesinde söz ve karar sahibi olması devlet için bir tehdit oluşturmaz. Aksine halkın bakış açılarını devlete naklettiği için halkın yararına bir yönetim isteyenlerin alacağı kararlar için son derece yararlıdır. Yeter ki şeffaf olmaktan korkulmaya… Saygı ile… HABER-RÖPORTAJ: Yasemin KÜÇÜKCİCİBIYIK