"KISASTA HAYAT VARDIR"
28 Şubat döneminde, Kredi Yurtlar Kurumu’na ait bir yurtta, sekiz yüz kız öğrenciye yaptığım bir konuşmada, İslam’da insanın değerini anlatırken Rabbimizin, “Haksız yere bir adamı öldüren, bütün insanları öldürmüş gibidir” (Maide 32) ayetini okuyunca, kızlarımızdan biri, “Haklı yere öldürülür mü?” diye sorduğunda, ben de: “Hepimiz biliyoruz yakın zamanda İstanbul’un göbeğinde meydana gelen feci olayda, anneyle kızı kaçırıldı her ikisine de kötülük edilip anne 50 yerinden bıçaklandı ve öldü.” Soruyu soran kızımıza dönüp, “Düşün ki, bu kaçırılan sen olsaydın, annenle beraber Fatih ormanında anneni elli yerinden bıçaklıyorlar, kötü şeyler yapıyorlar ve öldürüyorlar. Senin de çantanda tabanca var. Sıra sana da gelecek ne yaparsın? “Yazık o da can taşıyor” der ve tabancayı kullanmaz mısın!?” Bir de Kurtuluş Savaşı yıllarını düşünün; Yunanlar, ordularıyla İzmir’e giriyor. Sokak aralarında çatışmalar var. Evinizin balkonunda da çiçek saksılarınız var, geçen Yunan askerlerine atacaksınız ama, “Yazık, ben bunlara saksıları atıp başlarını parçalayamam” der misiniz? Bu örnekleri dinleyen kardeşim, “Sorumu geri alıyor ve ayete aynen katılıyorum” demişti. Siz, onun bunun sözüyle değil, Rabbimizin kelamıyla özünüzü güzelleştirmeye bakın vesselam. Rabbimiz buyurur: “Ey akıl sahipleri, kısasta sizin için hayat vardır. Umulur ki sakınırsınız. (Bir tek kurda acıyanlar, binlerce kuzunun kurt ağzında can vermesine göz yummuş olurlar.) (Maide süresi ayet 5/178-179) Ey akıl sahipleri kısasta hayat vardır diyor. Eğer toplumun yaşamasını, insanların yaşamasını istiyorsanız, kısas ayetini tatbikata koyunuz. Yani İslam’ı tatbikata koyunuz. İslam’ı tatbikata koymaz da yalnız bu maddeyi koyarlarsa yine netice almak mümkün değil. Çünkü̈ İslam’ın diğer kuralları bu tür olaylara giden yolları kapatan maddelerdir. Sevgili peygamberimize 13 yıl ceza yasasıyla ilgili yasak gelmemiştir. On üç yıllık Mekke döneminde nazil olan ayetler, genellikle toplumun inancını yerleştirme, pekiştirme, toplum içindeki ekonomik farklılıkları en aza indirme, yardımlaşmayı sağlama, selamlaşma, tatlı dil, güler yüz, bal gibi söz söylemeyi öğretir. Gülden terazinin yapıldığı, gül verip gül alındığı, gülün gülle tartıldığı, çarşı pazarın gülleştiği bir toplum oluşturulmuş. İnananlar, birbirlerini kardeş bilmişler, kâfir anne ve babalarına bile sevgi ve saygılarını eskisinden daha güzel devam ettirmişler. İslâm dini, kendi kız çocuğunu öldürebilecek kadar vahşi olan insanları, akıttığı kan, aldığı can sayısınca şöhret kazanan insanları, karıncayı ezemez hale getirmiş. Medine’ye hicret ettiklerinde Medineli yerli Müslümanlar, Mekke’den gelen din kardeşlerine evlerinin bir odasını, bahçelerinin yarısını vermek suretiyle kardeşliklerini göstermişler. Şimdi İslam’ın bu hükmünü̈ yürürlüğe koyalım deseler yine de netice alamazlar. Çünkü kapitalist sistem içinde insanların fakirlik problemlerini halletmemişler, insanların namusuna tecavüzü̈ engelleyecek ahlaka düşman olmuşlar, namus mefhumunu ortadan kaldırmışlarsa, cinayet olacak demektir. Allah (C.C.): “Ey akıl sahipleri, kısasta sizin için hayat vardır. Umulur ki sakınırsınız. (Bir tek kurda acıyanlar, binlerce kuzunun kurt ağzında can vermesine göz yummuş olurlar.) Tabii ki akıl sahipleri de, mü’minlerdir. Bu adamlar mademki kısası kabul etmiyorlar, öyle ise onları da akıl sahibi olarak kabul etmek mümkün değil. Çünkü bir tane kurda acıyan, ama bin tane kuzuya acımayana akıllı demek doğru olmaz. Bu katilin İslam hukukuna göre, çocuk değilse, deli de değilse cezası ölümdür. Ancak öldürülen adamın varislerinin afvetme ve tazminat alma hakları vardır. “Taammüden adam öldürme” de katili varisleri af edebilirler. Günümüzde ise öldürülenin varislerine bu hak tanınmıyor. Cezalandırıldıktan sonra bakıyorsunuz çıkan bir kanunla hiç hakkı olmayan devlet yetkilileri adamı afvediyorlar. Gazetenin birinde fıkra olarak çıkmıştı: Zorla bir kadına tecavüz eden adam şikâyet üzerine cezasını alır birkaç ay sonra genel aftan çıkar. Kadın adamı görünce hapishaneden kaçtığını zanneder ve karakola koşar. Komiser, genel af çıktığını söyler. Kadın, “Bana tecavüz edildi, devlete edilmedi, devlet nasıl af edermiş” der. Öldürme olayında af yetkisini dinimiz öldürülenin varislerine bırakıyor. Otorite, yetkiyi vermediği gibi kendisi kullanıyor. Ve gazetelerde görüyoruz, af verildiği gün katil hapishaneden çıktı, hapishane kapısının önüne bir adım attı, daha önce öldürülenin çocukları onu öldürdü. Çok tesadüf edilen bir olaydır bu. Ama babamın katilini, ben afvedersem, o katil, benim dostum da olabilir. Zaten ayet-i kerimede, katille, maktulün varislerini kardeş olarak nitelendiriyor. Affediverdi mi, adamın dini öne çıkınca kini gidiyor. Birisinin gözünü çıkaran, gözünden olacağını, bıçaklayan bıçaklanacağını, dişini kıran dişinin kırılacağını bilirse teşebbüse geçerken bin defa düşünür. Kış günlerinde yatacak yeri olmayanlar, hapishaneye girip devletin beselemesi için suç işleyebilirler. Para babası olan, bakanlık yapan biri, başbakana sözlü hakaret etmişti. Para cezası almıştı. Bankadan parayı ödedikten sonra bankanın kapısında gazeteciler aracılığıyla aynı hakareti yapmıştı. Bu ne demektir, parası olan herkese hakaret edebilir. Hani nerde eşitlik…