KENDİ DİLİNDE SUSANLAR
___ Dünyaya bir daha gelsem gider eski kıyafetlerinin içinde etrafa hüzünlü gülücükler saçan o kıza âşık olurdum. Çünkü aşkı en güzel kalbinde sızı taşıyanlar yaşar. Köhne bir malikânenin çıkmaz sokağa bakan duvarında yazılıydı bu söz. Varoşların bağrından kopan ayrılık acısı… O acıya umutlarını banıp yarına aç uyuyan gencin kaleminden… Aşk kimsenin gelmeyi istemediği… Hiç kimsenin çıkmaya çözüm gözüyle bakmadığı sokaklarda yaşanıyordu. Gözü yaşlı çocukların kendine yakıştırmaya utandığı güzel duygulardan birine yabancı iki aşığın utangaç bakışlarında geziniyordu sevmenin en duru hali. Yırtık pantolonların, delik ayakkabıların içinde yürümeye çekinen ayakların sahipleri… Yüreklere gece konan sessiz çığlıkların suskusunda büyüyordu dünyanın en güzel hissi. Ucuz ampullerin loş aydınlığı sararken odalarını gecekonduların… Perdeler kimseye kendini göstermeyi istemeyen hüzünleri örtüyordu sanki. Ocakta pişmeyen ihtişamlı yemekler… Sofralara serilen boynu bükük beklentiler… Ve ekmeği her banışında sulu patates yemeğine… Düşlerine yemeyi en çok istediği yemeği çağıran çocukların hayallerine dahi fazla gelen gerçeğin onlara layık görmedikleri… Sofradan eksilenler… Daha çok çalanların çok çalanlara ahkam kestiği yerde arşa değiyordu yoksulluğun ahları. Çok zenginlerin daha çok zenginleşmesine gelişmek diyordu en çok çalanlar. Hırsızlık karnı açken bakkaldan bir ekmek çalana ve canı çok çektiği için iki dilim baklavayı avuçlayan minik ellere takılan bir kelepçe olmanın ötesine geçemiyordu. Adaleti çalanların kürsüye zamk gibi yapışan gölgesi altında eziliyordu yarının onurlu insanları. Sofrasına bir ekmeği dahi getiremeyen insanların çaresizliği, her öğününde bir mahalleyi doyuracak yemeği çöpe atan müsriflerin gamsızlığına yeniliyordu. Büyük çalmaya şık kılıflar bulanların afili lafları ekmeksizliğine tercüman olacak sözleri diline getiremeyen biçare insanları sessizliğin dehlizine itiyordu. Bir sofrada bir de kalplerde eksik olanların yoksunluğuyla kavrulurken bedenler… Bir aşk, iki kalbin mahzun odacıklarından birine otağını kuruyordu. Şehrin merkezine temiz biçimde gitmeye kapalı bataklık yollarda kirlenen lastik çizmeler… Aşk lezzetli tadını duyumsatırken yüreklere… Hiçbir olumsuzluğu görmeyen gerçeğe körlüğü armağan ediyordu iki kalbin sahiplerine. Kendi dillerinde konuşturulmayanlar kendi dillerinde susuyordu. Aşka susuyordu… Aşkın armağanı hissin beyazla siyahın ortak renginde yükselen sisi… Yayılırken damarlardan içeri… Yarına umutsuzluğa umarsız halde yürüyordu ikisi. Ellerindekilerini elde etmeyi arzuladıklarına kurban veren mutluluğa doyumsuz yürek sahipleri mutsuzluk üretirken kalplerinde… Hazzın insanı tüketen bataklığından uzak duru bir duyguyla yaşamı her yönüyle sevmeye meylediyordu iki aşık. Aşkın gücüyle… Aşk materyalist temelli bütün ideolojileri saf dışı bırakıyordu sanki. Maddeler, cisimler, yaşamı pragmatist yaklaşımlarla anlamaya çalışanların yanıldığı yerde büyüyordu aşkları gençlerin. Gözlerindeki parıltı, gerçeğin tüm huysuz taraflarını uysallıkla terbiye ediyordu. Uzaktan uzaktan… Kavuşmayan ellerde… Tarih platonik olmayan bir aşkın ayrı kalan bedenlerde yaşanışına tanıklık ediyordu. Zamanı aşkı tüketmeye harcayanlar gibi değil… Kavuşmadan… El ele baharın habercisi çiçeklerin arasında koşmadan… Masmavi gökyüzünü bir ağacın gölgesinde yan yana uzanıp birlikte seyre dalmadan… Küçük bir piknik sepetine gelecekte kurmayı düşledikleri yuvanın hayallerini doldurup beraber pikniğe çıkmadan… Varoş bir mahallenin insanı içine çeken balçıklı sokaklarında… Bir şekilde kendine ayakkabı kontenjanından yer bulmuş lastik kaplarda sıkışıp kalan ayaklar… Ve soluk renkli kıyafetlerin içerisinde kendilerine ilişen bakışlardan kaçan bedenler… Hepsi bir çift gözdeki ışıltının bellekte unutturduğu silik detaylara evrildi. Birbirlerine baktıklarında aynı aşkın sevgiyle okşadığı kalplerin sahipleri… Aynı yerde aynı sızının avuttuğu kavuşamayanlara dönüştüler. Hiç kimsenin gelmeyi istemediği kimsenin kalmaya gönüllü olmadığı yerde yeşeren aşk, zamanın bir yerinde varoşlara küçümseyen gözlerle bakanların yaşadığı konforlu sokaklarda yitip gitti. Bir duvarda… Aşkı özleyenlerin yüreklerine sızının hafif esintisini armağan eden bir yazıya dönüştü. Aşk… O yazıyı okuyanlar, kendi dilinde konuşamayanların kendi dilinde sustuğu aşkın özlemine hüzünle gülüştü.