KARA GÜNLER

Yayınlanma: 13.09.2025 10:08 Güncelleme: 13.09.2025 10:08

Samimiyetle ve tüm iyi niyetine rağmen vatana ihanet içinde olanlar olabiliyor mu? Tarihi inceleyip bakmak lazım... İstikbal peşinde milyonlarca genç, eğitim ve öğretim vermesi gereken kurumlarda sabahtan akşama birbirlerini dövmekle ve hatta öldürmekle meşguldü. Kırsalda topraktan ekmek üretmekte olanların çabası bile sekteye uğrayacak kadar bir karmaşa sürüp gidiyordu. Sokaktaki vatandaş farklı kaldırımlardan yürüyor, esnaf birbirine selam vermiyor, komşular karşılaşınca kafalarını çeviriyor, devlet kurumlarında bile kendi görüşünden olmayanların işleri görülmüyordu. Daha da vahimi güvenliği sağlaması gereken güvenlik güçleri bile der/bir adları ile bölünmüştü. Biz gibi aklı kıtlar bir şey anlayamıyor, saf saf seyrediyor, bir yandan da canımızı nasıl koruruz telaşına düşüyorduk. Aklımız ne kadar kıt olsa da görüyor ve biliyorduk ki tüm bu olanlar Türkün geleneksel yapısına taban tabana zıt, fikirler saçma, çabalar boş ve tüm olayların temelinde gaza gelmiş gençlik vardı. Tüm bunları planlayanlar ve örgütleyenler kimlerdi? Cevap basit, bariz ve gözler önünde idi. Soğuk savaş içinde olan iki süper güç, dünyanın cenneti olabilecek topraklar üzerinde, tarih boyunca yenemedikleri, sırtını yere getiremedikleri bir Milleti yok edip bölgeyi ele geçirme taktiklerine içerideki heyecanlı gençliği alet etmişler, belki kendilerinin bile beklemedikleri bir başarı ile planlarını tatbik ediyorlardı. Aslında SSCB nin çok fazla da dahli yoktu. Hele Maoist fikirlerde Çinin belki de hiç katkısı yoktu. Türkiye yolgeçen hanı gibi bir konumda idi. Yabancı ajanlar fink atıyor, içimizdeki 1453 kırıntılarını çok güzel örgütleyip, Türk Vatandaşı olmakla övünen ve ellerindeki kazmalarla yıllardır temellerimizi oyan korkudan Müslüman görünen yahudileri de ekonomik sıkıntılar oluşturmak üzere güzel kullanıyor ve bu toprakları yaşanılmaz kılmak için her şeyi yapıyordu. İstikbal kazanmak ve Milletine yararlı olmak gayesi ile güya tahsil yapan genç dimağlar, deli kanlarına katılan heyecan ve “sen büyük adamsın, kurtar vatanını: Komünizm/Faşizm gelecek” gazı ile onların safında savaşıyor, üstelik bunu Vatan/Millet uğruna kurtuluş mücadelesi sayıyordu. Bizim gibi aklı kıtlar da bunu kısık sesle de olsa telaffuz edince “aptal, eyyamcı, ot, angut” gibi sıfatlarla susturuluyorduk. Tüm bunlara rağmen de o günleri yine de olayların en merkezi yerinde ve tepeden izleme imkânlarımız oldu. (*) Olayların en yoğun yaşandığı okullarda tahsil yapma imkânlarını zorladık. Ekonomiyi iyi tahlil edebileceğimiz işlerde çalıştık, evimiz bombalandı, defalarca ölüm tehlikesi oluşturacak badireler atlattık ve en önemlisi de 12 Eylül 1980 kara günlerinde TSK mensubu idik. Yani tam merkezde. Milyonların oyu ile getirilenler bir piyade tüfeği gölgesinde karanlıklara giderken, oy veren milyonlar perde çekiyor kapı kapatıyor, ışık söndürüyor ve susmak için ağzına mendil kapatıyordu. Şükür ki 15 Temmuz ders alındığını gösterdi. Seyrettiğimiz boz bulanık akan deredeki pisliği görebiliyorduk ama ses edenin değil sesini kısmak, kellesinin koparıldığı ortamalardı. Her iki görüşle de düşman olmadık. Eyleme dayalı hiçbir olaya, guruba dahil olmasak da diyaloglarımızı seviyeli tuttuk ve onları tanıdık, olumlu telkinlerde bile bulunduk. Ama ne yazık ki her iki guruptan pek çok canın yittiğine, bir saniyede alınıp gittiğine ve geri dönmediğine şahit olduk. Dönüp de onlarca yıl o travmaları atlatamayan kardeşlerimiz oldu.   O gün bu cennet toprakların evlatlarını bir birine kırdırabilecek planları yapanlar yakın tarihte dini yöntemleri de denemediler mi? Kürtleri Kürt olmayanların komutasında Kürt sorununu çözmek adına ölüme göndermiyorlar mı? 12 Eylülde olanları, 12 Martta olanları, 28 Şubatta olanları 15 Temmuzda olanları, Güneydoğuda olanları gördüğü halde hala bunları anlayamayacak kadar beyni yıkanmış, gözlerine ihanet lensi takılı olanları görmek ise tam bir facia. 12 Eylül öncesi mantığında saplı olanları gördükçe, daha sonraki nesillerden de çağdaşlaşma, medenileşme, küreselleşme, özgürlük vb. kavramları bahane ederek hala haçlıya gizli askerlik yapanları gördükçe üzülüyoruz. Demek ki haçlı her zaman diliminde ve her türlü sebeple kendisine içimizden asker bulabiliyor. Ve onları kendi kardeşlerinin mahvı için kullanabiliyor.  İmkân olsa zaman tünelinde 12 Eylül öncesi tarihlere gidilse de bu pisliklerin yaşanılmayacağı bir ortam oluşturulsa. Ama bugün yeni 12 Eylüller için de sinyaller ötüyorsa vakit geç olmadan tedbiri almak lazım. Hep ısrarımızdır; okullara daha ana sınıfından itibaren vatandaşlık dersi konulmalıdır. Bu dersin kapsamında, Vatan/Millet/Bayrak gibi temel değerlerimizin yanında, yaş uygunluğuna göre Malazgirt-1453-Çanakkale-1960-12 Mart-1980-28 Şubat-15 Temmuz ve aile-mahalle-köy/kasaba –devlet teşkilatlanması gibi kavramların doğru ve bilinçli bir biçimde yeni nesillere öğretilmesi sağlanmalıdır. Allah bir daha bu Millete o günleri ve benzerlerini yaşatmasın…  

Devamını Okumak İçin Tıklayınız