İKİ DOST: BEKİR SITKI ERDOĞAN VE ÂŞIK VEYSEL
Sazın bağrını yakan, her türküde gonca gonca aşk kokan Usta Âşık; "Dostlar Beni Hatırlasın" diyor da, hatırlamaya ne hâcet! Biz seni hiç unutmadık ki... Sen gittin; ama adın bize miras kalalı, tamı tamına yarım asır oldu. Oldu olmasına da senin yerin kim ile doldu? Dolmadı be Usta, dolmadı. Çünkü kimse senin gönlün kadar yüce olmadı. Ben seni bir İç Anadolu genci olarak, şiire meftûn her şâir yürek kadar tanıdım. Lâkin ne gün asrımızın son büyük aruz şâiri ve "Elif Divânı"nın sahibi "Nihâî" mahlaslı Emekli Albay Bekir Sıtkı Erdoğan ile tanıştım; işte o vakit seni derinlemesine inceledim, araştırdım ve manevî babam olan o yüce kâmetten hatıralarını dinledim. O zaman anladım ki, sen bensin ben de senim. Ankara'ya her gelişinde: "Sıtkı Bey, ben Ankara'dayım. Her zamanki mekânda, aynı masadayım." diye haber salardın. Baba da ilk fırsatta Ankara Ulus'taki Atatürk heykelinin arkasında yer alan o iki katlı kıraathanenin üst katına varır ve seni yürekten selâmlardı. Şiir, sohbet, sazlı sözlü meşk derken vakit geç olurdu da Bekir Baba: "Zeliha Hanım, yatağı döşeği kurmuştur bu vakte..." der ve âşığı tutar kolundan evine davet ederdi. Bekir Baba ile Erenköy'deki evinde şiir meşkederken kimi gün olur bana; "Evlat, bu şiir Âşık Veysel'in falanca şiirine benzemiş." derdi de, ben de endişe ederdim. Acaba bu bir tenkit miydi, yoksa takdir mi?... Ardından gelen cümlelerden ustaların izini takip etmenin güzel bir edep işi olduğunu söylerdi de içime su serpiliverirdi. Aynı durumu birçok kere Halil Amca (Soyuer) konusunda da işitmiştim. Unutamadığım Âşık Veysel hatıralarının en başında, Bekir Baba'nın Veysel şiirlerinden birini onun sesini aynıyla taklit ederek okuması gelir. Yılların yorgun sesiyle Veysel'i taklit edişi sanki taş plâktan bir kayıt dinliyor hissi verirdi bana. Ne kadar Anadolu, ne kadar hisli ve ne yürek dolusu seslenişti bu okumalar. İnsanın yüreği kabarır ve oluverirdi dağlar kadar. Âşık Veysel "Dostlar Beni Hatırlasın" demişti; Nihâî ise "Dostlar Başına"... Ben giderim adım kalır Dostlar beni hatırlasın Düğün olur, bayram olur Dostlar beni hatırlasın Can kafeste durmaz uçar Dünya bir han, konan göçer Ay dolanır, yıllar geçer Dostlar beni hatırlasın Can cesetten ayrılacak Tütmez baca, yanmaz ocak Selâm olsun kucak kucak Dostlar beni hatırlasın Gün ikindi akşam olur Gör ki başa neler gelir Veysel gider adı kalır Dostlar beni hatırlasın Adın kaldı Usta, hem de sonsuza değin. Bir de aziz dosttan dinleyelim ne demiş sencileyin. Aynı kaynaktan beslenen yüce gönüller aynı şekilde çağıldarmış; onlar aktıkça ruhları aşk ve iştiyak sarmış. Tanrı'nın hikmeti yüce, Akıl sır ermez işine... İkiz veriyor verince, Birisi dostlar başına! Şikâyetim yok Tanrı'dan, Şükür dağına, taşına... Yarım ekmek bize düşer, Yarısı dostlar başına! Ne büyük bir tevekkül, ne ince bir ruh hâli... Siliyor kalplerdeki bütün hüznü ve melâli. Görmek nedir sizce?... İki kaş altındaki iki yuva mı? Yoksa gönül denen pınardan taşa taşa dolan kova mı? Biz gönül pınarlarından kâseler doldurup dosta ikram etmişiz; Tıpkı Veysel gibi... Biz görmedik dünyâyı iki gözle; Rûha hayat verdik bir çift ince sözle... diyelim biz de Veyselcesine!.. Büyük halk ozanı ve âşık, Veysel ŞATIROĞLU 28 Ekim 1894'te Afşar boyunun Şatırlı obasına mensup "Karaca" lakaplı Ahmet ve Gülizar'dan olma bir çocuk olarak Sivas Vilayetinin Şarkışla İlçesi'ne bağlı Sivrialan Köyü'nde dünyaya geldi. Veysel henüz küçük yaşlarda iken iki kız kardeşini yörede yaygınlaşan "Çiçek Hastalığı"ndan yitirdi. Ardından kendisi de henüz 7 yaşındayken aynı hastalıktan iki gözünü kaybetti. O yılları kendi şu şekilde ifade etmiştir. "Çiçeğe yatmadan evvel anam güzel bir entari dikmişti. Onu giyerek beni çok seven Muhsine kadına göstermeye gitmiştik. Beni sevdi. O gün çamurlu bir gündü, eve dönerken ayağım kaydı ve düştüm. Bir daha kalkamadım. Çiçeğe yakalanmıştım... Çiçek zorlu geldi. Sol gözümde çiçek beyi çıktı. Sağ gözüme de, solun zorundan olacak, perde indi. O gün bugündür dünya başıma zından." Bu hadiseden sonra babası Âşık Veysel'e oyalansın diye bir bağlama alır. Eline bağlamayı alan Veysel, önce yörenin ozanlarının türkülerini çalmaya başlar. 1930 yılına gelindiğinde Sivas Maarif Müdürü olarak görev yapan Ahmet Kudsi Tecer ile yine onun düzenlediği şairler gecesinde tanışır. O günden sonra Kudsi Tecer'in verdiği destekle birçok ili dolaşmaya başlar. Âşıklık geleneğinin en büyük ve son temsilcilerinden olan Âşık Veysel, bir dönem yurdu dolaşarak Köy Enstitüleri'nde saz hocalığı yapar. 1965 yılına gelindiğinde ise özel bir kanun ile maaşa bağlanır. 1970 yıllarda ise Veysel'in eserleri Selda Bağcan, Gülden Karaböcek, Hüreyre, Fikret Kızılok, Barış Manço, Esin Afşar, Haluk Levent ve Tarkan'a kadar birçok müzisyen tarafından yeniden düzenlenerek geniş kitlelere ulaştırılır. Âşık'ın nâmı sadece bu topraklarda mâkes bulmamış kıt'alar ötesine de sirayet etmiştir. Bunun en büyük örneği Amerikalı Elektrogitar Virtiözü Joe Satriani'nin 2008 yılında çıkardığı albümde "Âşık Veysel" isimli kendi bestesi olan eserde de kendini göstermiştir. Herkes dili döndüğünce Usta'yı anlatmış. Aynı menbağın küçük bir kolu olarak şair dilim ne demiş Veysel için? Gelin şimdi 21 Mart 2021'in bir gece yarısı biz ne demişiz ona bakalım; "Kara Toprak" bestesinde; Divan sazın hoş sesinde; Sivrihisar beldesinde; Sessiz yaşar Âşık Veysel!.. Konya'sında Sivas'ında Şarkışla'nın ovasında Gülizar'ın yuvasında Gözdeki fer Âşık Veysel Hayat kısa yol uzun da Sazı dâim omuzunda Bence Gönül Ordusu'nda Tam bir nefer Âşık Veysel Gezer Gönül Çarşımız'da Kanat çırpar arşımızda Beste beste marşımızda Tele vurur Âşık Veysel Demlendi hep aşk közünde Hüzün vardı hep yüzünde Fer yoktu iki gözünde Cemâli nur Âşık Veysel Sabır vardı çilesinde Türkü dolu selesinde Oldu sevdâ kalesinde Kadim bir sur Âşık Veysel İnsan kaldı hep özünde Dünyâ bir hiçti gözünde İbret yüklü her sözünde Çözülmez sır Âşık Veysel Eşsizdi kendi çağında Saz çaldı aşk otağında Şu yüce Tecer Dağı'nda Yemyeşil kır Âşık Veysel Tarih onu çok yazar da Bambaşkaydı her nazarda Kızıl renkli gül-i zârda Can yakan hâr Âşık Veysel Dünyâ bana dardan öte Utandım hep ar'dan öte O kalbimde vardan öte Tendeki var Âşık Veysel Varınca kabri başına Akma denmez gözyaşına Yazalım mezar taşına Biricik yâr Âşık Veysel Veysel'in eserlerinde Türkçesi oldukça yalındı. Dili ustalıkla kullanırken yaşama sevinci ile hüznü, iyimserlikle umutsuzluk bir dantela gibi içiçeydi. Doğaya, toplumsal olaylara, dinî ve siyasî konulara ince dokunuşları ve eleştirileri vardı. Söze, yine Veysel'in yolundan giderek, "Düşman belli değil, dost belli değil" şiirine vefatının 50.Yılı anısına yazdığım nazîre ile son verelim. Hâlimize şâhit gökteki martı "Düşman belli değil, dost belli değil" Eşit değil kefe, bozulmuş tartı "Düşman belli değil, dost belli değil" Her gün birbirini yiyen yiyene Lafını tartmadan diyen diyene Tel'in(*) hırkasını giyen giyene "Düşman belli değil, dost belli değil" Yıllardır haddini aştı insanlık Su idi bendinden taştı insanlık Hak yoldan bilerek şaştı insanlık "Düşman belli değil, dost belli değil" Birbirine kuyu kazan kazana İz'ansız kelâmı yazan yazana Kurulu düzeni bozan bozana "Düşman belli değil, dost belli değil" Hak yolda gidenler Hakk'ı ararmış Şeytana yoldaşlık kime yararmış Bu devirde bütün kalpler kararmış "Düşman belli değil, dost belli değil" Tâkati tükenmiş saatler durmuş Çalışsalar bile hep yanlış vurmuş İnsanlar kendince bir düzen kurmuş "Düşman belli değil, dost belli değil" Kul Kozâkî söyler, Veysel diliyle Dost dostu boğar mı kendi eliyle Türküler ağlıyor sazın teliyle "Düşman belli değil, dost belli değil" ***Tel'in: Lanetleme Rûhun şâd, mekânın Cennet olsun Ozanım. Nurlar içinde uyu. Cennet'te melekler mihmandarın olsun.