İÇİMİZİN ACISINI YİNE BİZDEN BİRİNE DÖKÜYORUZ

Yayınlanma: 09.08.2024 14:39 Güncelleme: 09.08.2024 14:39

Şöyle hayal edin, İslam ordusu birçok sebepten dolayı bozguna uğramış. Küfrün karanlığında her bir komutan, bulduğu sığınağa çekilmiş. Herkes kendini korumak için kendi imkânlarıyla dinini koruma şekli üretmiş. O ürettiği şekilden başka bir şey de geliştirememiş. Bildiği o kadardı. Aradan yıllar geçmiş, o nesil ahirete göç etmiş. Yeni nesil alacakaranlıkta, diğer Müslümanları da görmeye başlamışlar ama her birinin İslam adına Allah rızası için yaptıkları, kendilerininkine benzemiyor. Onları dışlamışlar. Alacakaranlıkta doğup alacakaranlıkta büyüyüp, alacakaranlıkta dinini yaşayan bizler, çaresizlik halinde geliştirdiğimiz metodu, din kabul etmişiz. Biz de o iyi niyetli atalarımızın o günün şartlarında geliştirdiği metodu, din kabul etmişiz. Bize benzemeyeni bizden saymama savaşına girmişiz. Bizi bozguna uğratanları hiç görmediğimizden onlarla çatışmaya girmiyoruz. Korkumuzdan değil, bilmediğimizden, tanımadığımızdan, camimize gelmediğinden, aynı mahallede oturmadığından tanımıyoruz. Hani İstanbul’un ilçesinin birinde, üç ergen bir araya geliyorlar, çarşıda tanıdıkları bakkaldan haraç istiyorlar, vermezlerse sıkıyorlar. Başka ilçeye gidip daha zengin olanlardan isteyemiyorlar, çünkü tanımıyorlar. Biz, birbirimizi tanıdığımızı zannediyoruz, bizi parça parça eden düşmanı tanımıyoruz. Dedelerimiz, Allah yolunda can ve mal verdiler ve bizlere bildiklerini aktardılar. Farz edin ki, yap-boz/puzzle/pazılda “La ilahe illallah” yazmışlar. Duvara asmışlar. Baba ölünce varisler bölüşmek için pazılı bozmuşlar ve sayarak bölüşmüşler. Her biri “bende” diyor. Allah katında kabul edilen İslam dininin varisleriyiz biz. Son peygamberin ümmetiyiz biz. Kur’an ve sünneti esas alan Ehli Sünnetiz. Ama Kur’an ve sünnetten her birimiz, babamızdan, anamızdan şeyhimizden ve hocamızdan bir bölümünü almışız. Art niyet yok. Alacakaranlıkta ancak bu kadar olur. Durumumuzdan şikâyetçiyiz. Ama bizi bu hale getirenleri, hâlâ bizi aynı durumda devamımızı sağlayanları tanımadığımızdan onlarla uğraşmıyoruz. “İmanın şartlarını say” desem sayamayan, ama Afganistan’da sol kolunu Rus kurşunuyla kaybeden ve bunu Allah için yapan mücahitten,  benim almam gereken dersler var. Onunla bir araya gelip, çay içerken, hiçbir şey konuşmasak bile ikimizin de eksikleri, gönül bağı yoluyla, birleşik kaplar gibi dengelenir. “Sen bir şey bilmiyorsun” diyerek onunla kavgaya gerek yok. Onun da “Sen korkaksın” demesinin faydası yok, zararı var. Bazı öğretim görevlilerinin yanlışları olduğunda, adını vermeden, söylediği yanlışı tekrarlamadan, doğrusunu yazıverelim veya söyleyelim. Kasıtlı olarak din düşmanlığı yapanların da, yanlışını tekrarlayarak yayılmasına katkıda bulunmayalım, doğrusunu yazıp, söyleyelim. Randevu alıp bizzat kendisi ile görüşüp, nazik bir dille doğrusunu anlatalım. Denenmiştir. Tekrar doğrusunu yazmıştır. Denediğinizin adını da söylemeyin. Yeni Müslüman olan birini tanıtırken, onun yanında iken “Gâvurdu Müslüman oldu” veya “Yeni Müslüman oldu” demeyin. İyilikler yayılsın, kötülükler ve kötülüklerin kelimesi bile dillerimizi ve gönüllerimizi kirletmesin.

Devamını Okumak İçin Tıklayınız