HEP AYRIYIZ!

Yayınlanma: 16.09.2024 12:21 Güncelleme: 16.09.2024 12:21

Sohbet öylesine derin ve öylesine keyifli idi ki, can kulağıyla dinliyordu. Sabah kahvaltısında şiir konuşmanın tadı da bir başkaymış diye geçirdi içinden. Halil Ağabeyinin konudan konuya atlamasını çok da önemsemiyordu. Çünkü o güzel insan,  her konu hakkında ezberinden bir şiir kuşu havalanıyordu gönül semâlarına. O şiirler içinde Ahmet Zeki Akdağ'a ait bir şiir gönlünde fırtınalar koparmıştı. Halil Ağabeyinden şiiri tekrar etmesini istedi ve derhâl telefonunun not defterini açıp şiiri oraya kaydetti. Şiir şu idi:   "Birbirini kovalayan Aylar gibi hep ayrıyız Birleşiyor görünsek de Raylar gibi hep ayrıyız"   Ayrılık denen ve ölümün acısını bile yenen bu kavram ancak bu kadar özgün ve derin bir şekilde anlatılabilirdi. Uzunca yapılan sabah kahvaltısından sonra otelden çıkış yapılacak ve herkes memleketinin yolunu tutacaktı. Şiirin ilk heyecanı hâlâ tâzeliğini koruyordu. Otobüs terminaline vardığında kalkışa tam olarak üç saat vardı. Bir masaya oturup sıcak bir çay ısmarladı kendine. Şiirdeki kafiye tam olarak yerli yerindeydi ve kafiye örgüsünü yakalamıştı. Aylar gibi, faylar gibi, paylar gibi, taylar gibi, raylar gibi... şeklinde devam edecekti doğuma hazırlanan şiir. Şiirde "Tay" mazmununu kullanmayı çok severdi. Çünkü gençliği, canlılığı, hırçınlığı ve zindeliği ifade eden bu kavram ile sevgiliyi anlatmak hoşuna gidiyordu. Bu sebeple de şiirlerinde uygun ânı yakaladığında kullanmaktan hiç geri durmuyordu. Çayından koca bir yudum aldıktan sonra ilk dörtlüğü yazmıştı bile;   Kâhi güldük kâhi üzgün Görüşmedik doğru düzgün Koşup duran dolu dizgin Taylar gibi hep ayrıyız   Gönül şelâlesi öylesine coşmuştu ki, durdurana aşk olsun. Dört bir koldan akıp gelen kelimeler bu şelâleye can veriyordu. Bu sefer de kırılmış bir "Fay"dan ötürü ayrılığı vurgulamak için o mazmunu kullanmıştı sıradaki dörtlükte.   Yangınını dışa vuran Sevdiğiyle hayâl kuran  Birbirine kırgın duran Faylar gibi hep ayrıyız   Tekrar bir yudum çay aldıktan sonra; elindeki çay fincanına bakıp kafiyenin parmaklarının ucunda olduğunu fark etti. "Çaylar gibi hep ayrıyız." Nasıl bir kavuştak kurabilirim diye düşündü ve öyle bir mısra olmalı ki ayrılığı çok güçlü bir şekilde ifade etsin dedi kendi kendine. Hem birlikte olmalıydı hem de ayrı kalmalıydı... Ve şu şekilde bağladı iki mısrayı;   Birbirini unutmayan Gecelerce uyutmayan Aynı yerde dem tutmayan Çaylar gibi hep ayrıyız   Çayından yeni bir yudum alırken çayın sıcaklığı gibi şiirin sıcaklığı da içini ısıtmaya devam ediyordu. Yeni kafiye hemen gelivermişti aklına. "Yaylar gibi hep ayrıyız." Tamam, güzel; kafiye yay da, nasıl bir yay olmalı ki ayrılığı vurgulasın. Evet... Evet... Ancak düşman eline verilmiş bir yay ile anlatılabilirdi ayrılık.   Kiriş elinde gerilmiş Olur olmaz hep yerilmiş Düşman eline verilmiş  Yaylar gibi hep ayrıyız   Offff.... Offf... Çok deli bir kelime zihnine akın edip gelivermişti. Şairler içmeden serhoş olur derim de bana inanmazlar. "Serhoş" dedim bilakis. Çünkü şiir kendini yazdırmaya başlayınca öylesine şâiri kendinden alacak kelimeler serde kendine yer eder ki; o ser, hoş olur kendinden geçer ve şair de "Serhoş" oluverir. Bu sebeple şairin aklına "Meyler gibi hep ayrıyız." mısrası düşüverdi. Alın size sarhoş edecek bir dörtlük.   Revâ mı bu ezâ cana Ben sana hasret sen bana İki kadehte yan yana Meyler gibi hep ayrıyız   Şâire, zihnindeki kelime hazînesinin kapıları sonuna kadar açılmıştı. Ne de olsa Karaman'da idi. Karamanoğulları'nın büyük bir Türkmen boyu olması hasebiyle kafiye de ona yönelik olmalıydı. "Boylar gibi hep ayrıyız."   Birlikteyken ihtişamlı Ayrılınca kaldık gamlı Sen Karaman ben Osmanlı Boylar gibi hep ayrıyız   "Boy" kelimesinden hemen sonra şairin aklına "Koy" kelimesi düştü. "Koylar gibi hep ayrıyız!.." diyecekti demesine ama nasıl bir koy olmalıydı bu... Bir anda zihin ekranında dalgaların küçük bûseler kondurduğu bir koy canlandı. Bir koy ki, denizin dalgasına ve dalganın taşıdığı tuza hasret olsun. İşte böyle bir hayâlin eseri olarak aşağıdaki mısra hayat buldu şairin gönlünde.   Söylenmemiş söze hasret Tutuşmayan köze hasret Yanağında tuza hasret Koylar gibi hep ayrıyız   Dedik ya, gönül şelâlesi en ihtişamlı kelimelerle çağlıyordu. İki sevgiliyi ayıran bir köy düştü şimdi de şairin aklına. Bu köy öyle bir olmalıydı ki, ortasından bir nehir geçsin ve iki yakası bir araya gelemediği için sevgililer ayrı düşsün.   Beni gönlüne yâr seçen Açılmasın sakın peçen Ortasından nehir geçen Köyler gibi hep ayrıyız   Sözünü hitâma erdirirken şair, bu derin hasretin şarkısını söylemeliydi ve öyle de yaptı.   Yırtılınca özlem kını Yaktı gönlü gamlı tını Her ân hasret şarkısını Söyler gibi hep ayrıyız

Devamını Okumak İçin Tıklayınız