Osman Nuri KOÇAK

TAKİP ET

Eskiler, Peygamberimizin ölüm yaşını geçtiklerinde 'haddimizi aştık' derlerdi.

ÖZGÜR BİR GÜN GÖRMEDİM…
Osman Nuri KOÇAK
Yaşım Altmış üçü geçti.
Eskiler, Peygamberimizin ölüm yaşını geçtiklerinde “haddimizi aştık” derlerdi.
Biz de yaş olarak haddimizi aştık.
Ama toplumsal haddimizi hiç unutmadık.
Çünkü unutturulmadı.
Devlet-i Âlimiz, haddimizi aşmamıza bir gün olsun göz yummadı.
Haddimizin sınırlarını da hep kendisi çizdi. 
Gazeteciysek ne yazacağımızı o söyledi…
Öğretmensek ne öğreteceğimize o karar verdi. 
Polis isek kimlerin haddini bildireceğimize ve dozuna o karar verdi.
Muhalif isek nerede miting yapacağımıza o karar verdi.
Mitingimizde ve bildirilerimizde atacağımız ve yazacağımız sloganlara o karar verdi. Kaç metre yürüyeceğimize de o karar verdi.
Yazar, çizer ve aydın isek vizyonumuzu o belirledi. Uymayanlar ise hapislerden çıkamadı.
Kimimiz inancından, kimimiz düşüncesinden, kimimiz kılık kıyafetinden, kimimiz sözlerinden ve yazılarından, kimimiz karikatürlerinden ve hatta gidip geldiği, ziyaret ettiği yerlerden ötürü işkencelere ve ölümlere maruz kaldı.
Haddimiz hep hatırlatıldı.
Maraş’ta, Çorum’ da, Taksim’ de, Suruç’ ta ve dahi onlarca yerdeki toplu katliamların sorumlularını o bulamadı. 
Kendi haddi bir gün dahi aklına gelmedi.
Devletin haddi yurttaşlarını özgür, güvenli ve adil bir ortamda yaşatmaktır.
Ben bunca yıldır güven içinde yaşadığım bir günü hatırlamıyorum. Kendimden geçtim, çocuklarım ve torunlarımın güven içinde yaşaması için savaştım. Ama sanıyorum beceremedik. 
Bu ceberrut yapının nasıl bir kabuğu varsa bir türlü kıramadık. 
Olmadı, olmuyor.
Daha da kötüye gidiyor. Kanı kanıksamış ve hatta mazur gören, gittikçe parçalanan ve bir birine düşmanlaşan bir toplum olmaya doğru evriliyoruz.
İçim daralıyor gene yüreğim yanıyor. Yorgun ve umutsuz olduğumu hissediyorum.
Devletimizin insanına, insanının da devlete güldüğü bir ortamı yaratamadık.
Cop, gaz, hapis, işkence ve kan,… 
Ta! Beyinlerimizin içinde bir yerlerimizden tutsak edilmişiz. “Hadi ulan! Özgürsünüz” deseler, özgür olmayı bilmiyoruz bile…
Devlet- Yurttaş İlişkisi bu minval üzre bina edilmiş…
Hemen diyecekler ki; “Kardeşim siz de sakin ve devletin istediği şekilde yaşayın, başımıza icat çıkarmayın. O zaman bir şey olmaz” 
Yani muhalif olmayın. Olursanız da muhalefetin sınırlarını devletin belirlediğinden fazla zorlamayın.
Herkes her zaman aynı şeyi düşünecek ise, o zaman devlete ne gerek var? 
Bu gün de Ankara’yı ve tüm insanlığı kırmızıya boyayan ortamı başından itibaren önleyemeyen bir devletim var. Çok da pişkin…
İstifa eden, hatta etmeyi düşünen bir Allah’ın kulu yok.
Evrensel gelişmiş demokratik standartlardan başka bir şey istemiyorum ki…
Milletin, mağdurların, ezilenlerin sesinin gür çıktığı bir toplum…
Hırsızların, katillerin, teröristlerin, üçkâğıtçı dalkavukların sindiği bir toplum…
Öyle mi ya!
İçimi dökecek bir dağ arıyorum. Issız bir dağ başında, bir alıç ağacı ile dertleşmek istiyorum. İnsan yüzü görmek istemiyorum. 
Ağlamak, ağlamak, ağlamak istiyorum.
Elli yıldır hep yaptığım gibi…