HASAN BARAN'DAN 2. KARAMAN KİTABI

TAKİP ET

Karamanlı Yazar, aynı zamanda Gazetemiz Köşe Yazarı Hasan Baran, ‘Telkadın’ isimli Karaman’ı konu alan kitabının ardından 2. Bir Karaman Kitabı daha yazıyor.

‘Demiryurtlu Derviş Baba ile Sıdırvalı Baykuş Baba’ isimli kitabı üzerinde çalışan Hasan Baran, yeni kitabı ile ilgili Gazetemize şu bilgileri verdi;

 “Yeni romanım kırk yıl öncesinde, Karadağ'ın etrafındaki köylerde geçiyor. Karadağın güneyinde kalan  Demiryurt  (Mandason) köyünün eski mezarlığının ortasında bulunan bir türbede mezarı olan ve benim Derviş Baba olarak isimlendirdiğim  bir ulu zatla, yine Karadağ'a yakın bir kasaba olan Sıdırva’da çok sevilen mert bir adamın hikayesini; Sıdırvalı Baykuş Baba namlı bir yiğit adamın hikayesini; yani Demiryurtlu Derviş Baba ile Sıdırvalı Baykuş Baba'nın hikayesini anlatıyorum.

Karadağın etrafındaki tüm köyleri, insanlarıyla, hayatlarıyla, köy odası sohbetleriyle, yağmur dualarıyla, örfleri adetleriyle anlatıyorum.

Karadağ  ve Karaman ile ilişkilerini anlatıyorum. O köylerdeki okumaya meraklı, şiire meraklı, türküye meraklı yetenekli çocukları anlatıyorum. İnsan toprak ilişkisini, uçsuz bucaksız ovayı, direkli su kuyularını, harman yerlerini, mezarlıkların etrafındaki üzerlikleri, üzerliklerden yapılan nazar tütsülerini, nazar boncuklarını, köy kasaba şehir ilişkisini anlatıyorum.

Romanımın girişi şöyle başlıyor:

DEMİRYURT

HASAN BARAN

 BİRİNCİ BÖLÜM 

 Karadağ, Konya ovasının ortasında gece olmuş gibi kapkaranlık durur.  Başka dağların karanlığına benzemez onun karanlığı. Konya ovasının ortasında karanlıktan oyulmuş gibi kocaman durur.

Karanlıktan kocaman bir dağ!

Sanki derinleşir ve kapkara akıp gider Konya ovasının ortasında.

Öyle görünür.

  Gül Ali, Karadağ’a baktı. Sonra tozlu yola düştü, yürümeye başladı. Her bastıkça ayakkabıları tozlara gömülüp gözükmüyor, tozlar da sıcak sıcak kokuyordu. Ayakkabılarını çıkarıp yürümek geldi içinden. Daha fazla dayanamadı bu isteğine. Çıkardı ayakkabısını çorabını, pantolonunun paçasını dizinin üstüne kadar sıyırdı, sıcak tozlara bata çıka  yürüdü. 

 Şiire düşkünlüğünden ötürü ona ‘Gül Ali’ adını takmışlardı. Liseyi bitirmesine iki ay kala okulu bırakmış, köyüne dönüyordu. Uzun boyluydu. Üzerinde kahverengi fitilli kadife pantolon ve sarı kemik düğmeli kadife ceket vardı. Elinde de sarı tahta bavul.  Yumuşak ve çocuksu hatları olan çilli yüzü güneşin sıcaklığı da değince, bir kat daha kırmızılaşmıştı. Masmavi, kocaman, gözlerinin içi gülüyordu. Ara sıra da kıvır kıvır alnına dökülen tel tel, parlak, sarı saçlarını eliyle arkaya atıyordu. Elinde mürekkep lekeleri vardı, ama hiçbiri yeni değildi bu izlerin.

 Tozlara neşeyle basarak yürürken birden durdu. Tozlu yol bitmiş, sert ham toprak başlamıştı, ayakları acıdı, çorabını, ayakkabısını giydi.

Bir at arabası kocaman bir toz bulutu içinde gürültüyle geliyordu.

Araba Gül Ali’nin yanına gelince durdu. Tozdan arabanın, atın rengi belli olmuyordu.

Arabacı:

“Böyle nereden gelip nereye gidiyorsun evlat?” diye sordu.

Gül Ali:

“Demiryurt köyüne!” dedi.

“Atla arkaya, köyün sapağında inersin.”

Gül Ali, arkadan arabaya bindi. Arabacının arka tarafına oturdu.

Arabacı dimdik, kocaman, kara bir gölge gibi duruyordu. Yalnız  arada bir uzun kolları sallanıyordu.  Atın dizginlerini çekip:

“Deeeh!” diyordu.

Ova, bol güneş altında bazı yerleri sürülmüş bazı yerleri yemyeşil, bazı yerleri altın sarısı, bazı yerleri de toz içinde, uçsuz bucaksız uzanıyordu. Ovayı bembeyaz bir şerit gibi diz boyu tozuyla kesen yoldan, ölgün ölgün ilerleyen arabadan başka bir şey görünmüyordu.

Arabacı:

“Ben de,” dedi. “Seyyar kalaycıyım, Kisecikten olurum.”

Gül Ali:

“Sizin köy,” dedi, “bizim köyden iki köy ötede değil mi?”

Arabacı:

  “İki köy,” dedi.

Sonra sustular.

Arabacı:

“Ne diye gitmiştin şehre?” dedi.

Gül Ali sustu, karşılık vermedi. Arabacı buna şaşırdı.

“Ne diye gitmiştin?” diye yineledi.

Gül Ali, yine yanıt vermedi.

Arabacı iyice meraklandı. Kızgınlığından bir müddet sustu. Ama merakına dayanamadı. Gene yineledi.

“Söylenmeyecek bir iş mi evlat?”

Gül Ali:

“Yok, abi…” dedi, “ne diye söylenmesin?”

Arabacı iri yarı, kalın boynunun damarları dışarı fırlamış, çok kalın kara kaşlıydı. Tozdan, yalnız gözleri, dişleri ışıldıyor, tozlu yüzünden çizgi çizgi yol açarak terler aşağılara doğru sızıyordu. Terden kara şalvarı, kara mintanı etine yapışmıştı.  Sağa eğdiği kasketinin altından kara saçları fırlamıştı. Sonbaharda kökünden kopup bozkırda uçuşan kocaman kara bir dikene benziyordu.”

Yazar Hasan Baran yeni kitabının yeni yılda yayınlanabileceğini belirtti.