Asırlık TezgÂhında Bir Kundura Ustası

TAKİP ET

Özel Haber/ Y.Küçükcicibıyık

Özel Haber/ Y.Küçükcicibıyık  USTA YADİGÂRI ASIRLIK TEZGÂHINDA BİR KUNDURA USTASI: ABDULLAH ŞAHİN Zanaatkârların çoğu dükkân kapadı ya da, çoktan göçüp gitti bu dünyadan ardında bir çırak bile bırakmadan… (foto) Tarihsel gerçeklerimizi düşününce, “vay bee…” diye dudaklarımızdan dökülen o cümlede sakladıklarımız, yaşadıklarımız şimdilerde tatlı bir hatıraya dönüşürken, bu köşenin yazarı olarak hızla değişen yaşamın an’larını arşivlemek gibi bir niyetim var. Çünkü biliyorum, çoğu zanaatkâr ya dükkânını kapadı, ya da göçüp gitti bu dünyadan, ardında bir çırak bile bırakmadan… Hey gidi günler derken yaşadığımız bir sızı var aslında… Hey gidi günler derken yaşadığımız öyle tatlı bir sızı var ki içimizde, hiçbir sözcükte karşılığı yok gibi… Hem gelişen teknolojiyi sevinirken, hem de kaybolan değerlerimizin bizde bıraktığı o kekremsi tadın adıdır “hey gidi günler”… İşte o günleri yâd ederken, göz nuru ve alın terinin kutsallığıdır ömrümüzden azalan…  Ve azalmak hicranlı bir sözcüktür aslında… İşte o an’ları yakalamak ve gelecek kuşaklara aktarmak niyetim, ayaklarımı Karaman’ın en eski kunduracı ustalarından Apo Ustanın dükkânına götürdü beni… Kundura Ustası Abdullah Şahin’in dükkânından içeriye girdiğimde hep o aynı resim…  Çekiç sesine karışan radyo nağmeleri ve bir çift çalışan el… Kokusu bile azalıyor mekânların… Şimdilerde her dükkân neredeyse aynı kokuyor.  Ama Apo Ustanın dükkânı ayakkabı derisi ve alın teri kokar. Hafızamda silinmeyen bu koku ve resim için dükkândan içeriye girip hayırlı işler diledim. O şahane sezgisi ile “Haber yapmaya geldiysen, boş ver beni ama yok çay içelim dersen buyur” diyerek oturacağım yeri işaret etti. Nasıl boş verebilirim ki 56 yıllık mesleğine adanmış bir ömre ve nasıl boş verebilir ki insan sonrası bir daha duyamayacağı o çekiç sesine… İşte bütün bunları anlatırken, kayıt altına almaktır niyetim… Bir gün bir resme bakmalı, ustanın bir sözünü kulağına küpe yapmalı insan. Çaylarımızı içerken sohbette başladık, radyoda “kırmızı gülün alı var” dükkânda çekiç sesleri… Ve ben bu sohbetin altına imzamı koymaktan dolayı çok mutlu ve gururluyum. Çünkü biz ustamla aynı toprakların çocuklarıyız. Toroslara bakar bizim köyümüzün yüzü ve toroslar kadar büyüktür ustaların öyküsü… Abdullah Şahin ilkokul 3. Sınıfta Kunduracı ustası Hüseyin Ünver’in yanında başladığı meslekte önce çırak olur, sonra kalfa ve daha sonra usta, derken 56 yıldır mesleğe adanmış bir ömür hikâyesini dinlemeye hazırlanırken bazen gülümsedik, bazen hüzünlendik. İşte bu kekremsi tadın adıdır “hey gidi günler”… “İyi gün ayakkabısı olurdu eskiden…” Dünya çok hızla değişiyor. 80’li yıllarda çocuk olmak demek bir yazlık, bir kışlık ayakkabıdan ibaretti ömrümüzde, bir de beden eğitimi dersleri için alınmış ve sadece ders zamanında giyilen spor ayakkabılarımız vardı. Peki ya öncesi… Öncesinde iyi gün ayakkabıları olurmuş. Düğünde, dernekte bayramda ve özel günlerde giyilmek üzere özenle saklanılmış, ayakkabılar olurmuş. Kim bilir kaç düğün, kaç bayram görmüştür iyi gün ayakkabıları…  İyi gün ayakkabısı, adı iyimser olsa da beklemek gibi, yılda iki üç kez görücüye çıkmak gibi acı bir hikâyesi varmış aslında. Hani gelecek nesil kasetçalar ile kalem arasındaki ilişkiyi hiç bilmeyecek ya, iyi gün ayakkabısı da işte öyle bir şey… Sabahın erken saatlerinde yollara düşüp, dükkânını açan Abdullah Usta en geç 07.00’de dükkânının açan esnaflardan… İlk iş dükkânın önünü süpürüp, temizlik yapmak, sonra radyosunun düğmesine basıp, sabah çayını söyleyen Abdullah Usta tezgâhının başına geçer. Ve çekiç sesine bulaşan 56 yıllık bir öyküdür gerisi… USTA YADİGÂRI ASIRLIK TEZGÂHTA GEÇEN 56 YILIN ÖYKÜSÜ Kunduracı ustası Abdullah Şahin, ilkokul 3. Sınıfta ustası Mehmet Ünver’den öğrendiği meslekteki yolculuğuna 16 yaşında İstanbul’da devam eder. İstanbul Gedik Paşa’da kunduracılar çarşısında mesleğin inceliklerini öğrenir. Çift başı ayakkabı yevmiyesi ile çalışır. Daha sonra askere gider, askerlik bitince ata ocağında mesleğine devam etmek üzere Karaman’a gelir. 1971’de ilk dükkânını Atatürk parkı civarında açar. Ve meslekte altın yıllarını yaşar… “ Birol Kuytan ayakkabı mankenimdi…” 70’li yıllarda henüz Çin istilasına uğramadığımız, elbisenin terziden, ayakkabının kundura ustasından satın alındığı günlerde en parlak günlerini yaşadığını anlatan Abdullah Şahin Karaman’da en çok bürokratlara ayakkabı siparişi yaptığını anlatıyor.  Yaptığı ayakkabıları el emeği göz nuru olduğu için ayaktaki duruşunu da önemsiyor tabii… En çok kimin ayağında güzel dururdu sorusuna ise hiç düşünmeden cevap veriyor “Bütün müşterilerim temiz ve titiz kullanırdı ama Birol Kuytan’ın ayağında bir başka dururdu.  Birol’un ayağında görüp, çok sipariş veren olmuştur.” diyor gülümseyerek… Ustası Hüseyin Ünver’in asırlık ayakkabı tezgâhı Abdullah Usta için çok kıymetli… “Ustamın tezgâhıdır bu…” diye tezgâhını işaret ederken, tezgâhından hiç ayrılamadığını söylüyor.  Hem ustaya hürmet, hem de meslekte vefa bu olsa gerek. Kim bilir nelere şahit oldu el yordamı ile yapılan bu ayakkabı tezgâhı ve kim bilir kaç çekiç darbesi, kaç ayağa kundura… Ayakkabıyı ayakkabı yapan ustasıdır derler ya hani…  Bitirdiği ayakkabının kusursuz olması için emeğini ortaya koyan Abdulllah Usta “müşterim memnunsa bende mutlu oluyorum” diyor… Kunduracılıkta her türlü mesleki zorluğun tozunu yutmuş 66 yaşında olan Abdullah Usta şimdilerde eski alışkanlıklarından vazgeçmeyen daimi müşterilerine sipariş ayakkabı yaparak meslek hayatına devam ediyor. Asla suni malzeme kullanmayan ustanın içi dışı deri ayakkabılarının fiyatı ise 150 TL… Günümüzde kunduracılık git gide ayakkabı tamirciliği halini alırken, Abdullah Usta hala ayakkabı siparişi alan ender ayakkabı ustalarından birisi… 90’lardan sonra hızla hayatımızı allak bullak eden tüketim çılgınlığı her ne kadar onu da olumsuz yönde etkilese de eski müşterilerden aldığı siparişler için  “bana yetiyor” kanaati ile sorumu yanıtlıyor. Abdullah Usta tek başına üretiyor ayakkabılarını, ne bir çırağı ne de kalfası var. Hani dilim varmıyor demeye ama bu meslek onlarla birlikte kaybolup gidecek anlaşılan… Bu vesile ile yetkililere söylemek istediğin iki çift kelamın var mı diye soruyorum. Kırık bir sesle yanıtlıyor “ diyeceğim bir şey yok”… Zanaatkârlık zor iş aslında… Her konuda incelik ve zeka ister. Hani Ustam şimdi diyecek bir şey yok dedi ya, ne çok şey dedi aslında…  İbrik gibi, tel dolap gibi,  su testisi gibi, idare lambası gibi bir şey işte ayakkabı tezgâhındaki ayakkabının kalıbı ve çekiç sesi… Kulağımda eski bir türkünün dizeleri; “Ayağında kundura, yar gelir dura dura…” Sonra aile albümünden birkaç siyah beyaz fotoğraf geçer aklımdan,  yumurta topuklu, sivri burunlu ayakkabılar… Ve ben bilirim ki; bir çift ayakkabı önemlidir insan hayatında. Teşekkürler Abdullah Ustam. Meslekte daha nice uzun, çekiç sesli ve  sağlıklı yıllara…