Güven ve İtimat
Her gün gazetelerde okuyoruz: “Alacak meselesi yüzünden çıkan tartışmada arkadaşını vurdu!..” Toplumumuzun geldiği yere bakınca “insanlar çıldırmış olmalı.” Demekten kendimi alamıyorum… Bize ne oldu da bu hallere geldik; her şeyi para olarak görmeye başladık, paragöz olduk…Bunları düşünürken Karaman’a, 1950’li yıllara, çocukluğuma doğru zaman tüneline girdim. Eskiden bankalar ya yoktu, ya da banka alışkanlığı yoktu. İnsanlar paralarını götürür çarşıdaki esnafa emanet ederlerdi. Ükaşeler, Durular, Dizdarlar, Sağkayalar… Bu isimler uzayıp giderdi…Köylüler ürünlerini satmak için şehre getirerek satar paraya çevirirlerdi. Ancak ellerine geçen bu yüklü parayı ne yapacaklar? Köyde saklama olanağı, saklasalar bile harcama imkanı yoktu. Para köylüye şehirde lazımdı. O nedenle parası şehirde kalmalıydı. Banka alışkanlığı da yok ; o zaman her köylünün bir şekilde tanıdığı veya akrabalığı olan bir esnafa parasını emanet eder, parası o esnafta emanete alınırdı…Ben küçüklüğümde esnafın içinde olduğum için bu işlemlere bizzat şahit olurdum. Abimin dükkanında kasası vardı, kasa dibine kadar paket ve para desteleriyle doluydu. Tanıdık, akraba para veya paketlenmiş altınları kasada bulunur, emanet edilirdi. İnsanlar ihtiyaç duydukça gelir, paralarından veya altınlardan bir kısmını alır harcamalarını yaparlardı… Karşılıklı güven o kadar güçlüydü ki, kimse aksini düşünmez, aklına bile getirmezdi…Esnaf İstanbul’a gider, senet karşılığı vadeli mal alır, zamanı gelince ödemesini yapardı. Bazen senedin vadesi gelir, yeterli para bulunamazdı; bu durumda esnaf kasadaki emanet paralarla senet ödemeyi asla ve asla düşünmezdi. Esnaf komşuya müracaat eder, ondan aldığı borç parayla senedini öder, en kısa zamanda da borcunu öderdi. Bu borç vermeler ve almalar tamamen söze dayalı olurdu; söz zamanı gelince mutlaka yerine getirilirdi…Çarşıda senelerce bulundum hiçbir zaman “şu esnaf şu kişinin parasını vermemiş.” Diye bir söz duymadım… Emanet ve söz insanların namusu kadar kıymetli kutsallarıydı. Aldığı borcu vermemek, inkar etmek insanların lügatlarında yoktu!.. Esnaf arasındaki AHİ’lik kültürü, İslam inancı çok güçlüydü. Bu kültürler insanların davranış ve hareketlerine yön veriyordu… Yani olay insanların vicdanına ve inancına kalmış; ama o vicdan bir üst otorite tarafından kontrol ediliyordu.” Allah Korkusu”, İslam inancı insanlarda çok etkiliydi. Bir kişinin malına, parasına el sürmeyi hiç kimse asla düşünmezdi. Çocukluğumuzda yaşadığımız bu AHİ kültüründen bu günlere geldik. En yakın arkadaşınıza borç veriyorsunuz, iyilik yapıyorsunuz ilişkileriniz bozuluyor. Borç ödeme alışkanlığı yok olmuş, insanlar borçlarına sadık değiller. Geriye dönüp bir düşünmeliyiz. Biz nerede yanlış yaptık!..Şimdi Peygamber Efendimizin (sas) hadisi aklıma geldi: “Münafıklığın alameti üçtür; sözünde durmaz, emanete hıyanet eder, yalan söyler.” Bu hadisin ışığında kendimize bir yer beğenelim: Acaba bir nerelerdeyiz?..