“GİR KULLARIMIN ARASINA, GİR CENNETİME”
İnzivaya mı çekilelim, meydan yerinde mi dikilelim? Kararı biz vermeyelim. Rabbimize soralım; açalım Kur’an-i Kerim’i okuyalım: “Şüphesiz bu Kur’ân, en doğru yola iletir ve salih amel işleyen müminlere büyük bir mükâfat olduğunu müjdeler.” (İsra süresi ayet 17/9) Kur’an-i Kerim’i okuyalım; bizi en doğruya o ulaştırır. Hafız olma nimetine kavuşamamışsak hiç değilse neyin, hangi sürede olduğunu bilelim. Sevgili Peygamberimiz: “İçinde Kur’an’dan hiçbir şey olmayan kişi, harap olmuş ev gibidir” buyurur. (Tirmizi, Sünen, K. Fezailü’l-Kur’an, bab 18) Kalbimizin, yüreğimizin, içimizin süslenmesinde en başta gelen kalbi yaratana iman ve onun kitabı olan Kur’an ayetleriyle süslemektir. Mevlana Celaleddin-i Rumi, bu ayetlere ve hadislere dayanarak: “Kur’an ile dolu olan bir sandık, yani; Kur’an’ın yalnız elfazını ezberlemiş olan bir hafız boş bir sandıktan evlâdır.” Yine, yükten ve eşyâdan hali olan bir sandık, fare ve yılan dolu bir sandıktan iyidir.” (Mesnesi, Tahiru’l Mevlevi tercemesi, beyit no: 9099-9100) Bize doğruyu gösteren Kur’an, bizi bize tanıtıyor: Ayet-i kerimede: “De ki: "Herkes kendi yaratılışına/kendisini kalıba sokanına göre hareket eder. O halde Rabbiniz, kimin doğru yolda olduğunu daha iyi bilir." Yani, herkes yaratıldığı karakter üzerine amel eder. (İsra süresi ayet 17/84) diyor. Rabbim karakterlerimizi belirli bir çizgide yaratmış. Onun üze¬rinde hareket edermi¬şiz, yani buradan şu mana çıkar: Ka¬rakter değişmez, yön¬lendirilir. Karakteri bir neştere benzetebiliriz. Neşteri değiştirmiyo¬ruz biz ama neşterle ameliyat yapılır, insanlara fayda verilir, aynı neşter, bir ka¬tilin eline geçerse adam öldürülebilir. Bu ellerle dövebilir¬siniz de, sevebilirsiniz de. Bu ellerle ekmek da yaparsınız, devlet de kurabilirsiniz. Hz. Ömer (r.a.) bir zamanlar o beden ve yürek gücüyle Peygamberimiz’i öldürmek peşinde olmuş. Müslüman olunca aynı bilek ve yürekle İslam’ın adaletini İran’a, Şam’a ve Kudüs’e kadar ulaştırmış. Değişen, onun yönlendirilmiş olması; yönlendirildiği yer değişiyor. O insan değişmiyor aslında, değişmez de. Değişme havasına girebilir kişiler. Eski komünistlerin ileri gelenlerinden biri, İslami çizgiye geçmiş, evine çekilmiş, kimseye karışmıyor, katışmıyor. Ben kendisine, “Ay oğlum, enerjini bitirip de burada vakit geçirmeye mi geldin? Eskiden bağırdığın yerlerde şimdi de “En büyük Allah” diye bağırman gerekirdi, iki büklüm olmanın anlamı yok” dedim. Yani Hz. Ömer, öbür tarafta da güçlüydü ama İslam’a geçti adale¬tiyle, gücüyle insanlara faydalı oluyordu. Her şeyden elini eteğini çekip insanlardan uzaklaşmak yok; bilakis insanla¬rın içerisine daha fazla girme tarafına gidiyordu. Rabbimiz buyurur: Ey huzura eren nefis, Sen Rabbinden hoşnut, Rabbin de senden hoşnut olarak Rabbine dön. Gir kullarımın arasına, Gir cennetime.” (Fecr süresi ayet 89/27-30) Sevgili Peygamberimiz de buyurur: “İnsanların içine karışan ve onların eziyetine sabreden bir mü’min, insanların içine katılmayan ve onların eziyetine katlanmayandan daha hayırlıdır/faziletlidir. (Tirmizi, Sünen, K. Fiten, bab 55, İbni Mace, Sünen, K. Fiten, bab 23, Beyhaki, Süneni kübra, K. Adab’ül kadı, babül mü’minil kavi, Ahmet, Müsned, Abdullah bin Ömer hadisi) Cennete girebilmenin yolu nereden geçiyormuş? Kulların arasından geçiyormuş. Bizim Müslüman tebliğcilerimizden biri, Hıristiyan köylerine İslâm’ı tebliğ yapıyordu. O kadar güzel anlatı¬yordu ki, Hıristiyan köylerinin halkı köy odalarında onu zevkle dinliyorlardı. Bir köyden öbür köye delikanlıların nezaretinde götürüyorlardı. Yani Hıristiyan köy delikanlı¬ları ata bindiriyorlar, diğer köy odasına götürüyorlardı. O köyün zenginine, köy eşrafına teslim ediyorlardı. Bir gün yolda giderken, dağın tepesinde bir manastır gördüler. Sordu delikanlılara, “Nedir o?”. Dediler ki; “Ma¬nastır efendim. Orada bizim azizimiz kalır. 11 senedir ma¬nastırdadır. Dağın tepesinde 11 senedir ne bir kadın sevdi ne de bir çiçek kokladı” diyorlar. Yani dünyadan elini eteğini çektiğini söylüyorlardı. Rabbimin rızasını arı¬yor orada. Derviş dedi ki: “Peki onun yanına gittiğinizde söyleyin, Rabbinin rızasını aramakta gerçekten samimi ise dağın tepesinden insanların arasına insin, düğün evinde oynasın, ölü evinde ağlasın.” Yani ne demek? “İn¬sanların sevgisini de, üzüntüsünü de paylaşsın” diyor.