ELLİ DÖRT YIL SONRA GELEN MEKTUBUM
54 yıl önce, 22 yaşımda iken, askerden gönderdiğim bir mektubum bu hafta elime geçti. 21 Mayıs 1969 tarihinde, Hakkâri’den, Karaman’da Dikbasan Camii’nde imamlık yaparken aynı zamanda milli güreşçimiz de olan, daha sonra İbn-i Kayyim el Cevzi’nin “Zad’ül-Mead” isimli eserini Türkçeye çeviren, Muzaffer Can hocaya ki-şimdi benim kayınım olur- yazdığım mektup bu güne kadar kitaplarının arasında gizlenmekte iken, babasının kitaplarını araştırırken rastlayan Çanakkale İlahiyat Fakültesi Öğretim Görevlisi Muhammed Ali Can, mektubun fotoğrafını çekip bana göndermiş. Elli kadar ilahiyat fakültesi öğrenci sayısından daha fazla öğrenciye WhatsApp üzerinden sahip olan Muhammet Ali Can’ı ayrıca size tanıtacağım. Mektupta benim bile unuttuğum bir hayırlı işimi hatırladım. Ben, askerde iken dini nedenlerden dolayı Hakkâri’ye sürgün edildiğimde, oraya sevinerek gittim ve Allah beni hep iyi insanlarla karşılaştırdı. Solun en güçlü olduğu hatta “68 Kuşağı” diye kendilerine hava verdikleri yıllarda ben, askerdeyim ve Hakkâri’ye sürgün edilen solcular da benim derslerime katılarak, “Aaaaa din böyle miymiş” diyerek dinlerlerken benim unuttuğum, “Hakkâri’nin Sesi” gazetesinde de yazılar yazmamdır. 1960 darbesinin hızı devam ederken, 12 Mart 1971 darbesinin hazırlıkları yapılırken oluyor bu dersler. Nerede olursanız olunuz Yusuf Aleyhisselam gibi, ne zaman olursa olsun Süleyman Aleyhisselam gibi, kim olursa olsun Muhammed Aleyhisselamın Bizans kralı Heraklius’a ve Sasani kralı Kisra’ya yazdığı mektuplar gibi, nasıl olursa olsun size o anda nefes veren Rabbimizin hava ile bize hayat verdiği gibi bu dünyada doğru bir hayat yaşamak için Rabbimizin belirlediği doğruluğun kriterlerini de hatırlatmak görevimizdir. 1983 yılında Bolu Komando Tugay Komutanının hışmıyla getirildiğim kapının önünde beni bekleyen üsteğmen, bir polis ve bir şoförle üç saati geçkin dersimiz devam ederken Üsteğmenin elini tuttum ve “Her Cuma namazımı kılacağım” sözünü aldım. Polisin elini tuttuğumda polis, “Ben Cuma namazlarımı geçirmem. Bir de sabah namazlarımı kılarım” dedi. Şoför, “Ben beş vaktimi kılarım” dedi, general beni çağırttı ve sohbetimiz generalle kaşlar çatık bitti. Askere giderken, az ve öz konuşan babam, “Oğlum asker ocağı, aynen bizim köy gibidir. Çok iyi insanlar vardır. Çok az kötülük yapan insanlar da vardır. Köyüne gider gibi git” anlamında kısa nasihati oldu. Vardım Silvan’a, aaa bir de baktım ki, hakikaten bizim köy orada. Önce astsubaylar kendilerini tanıttılar, sonra biz önce mangamızla tanıştık, sonra bölüğümüzle tanıştık. Arkadaşların hepsi birbirinden değerli ki, hemen hepsine yakınını sivil hayatta da aradım buldum. İki ay sonra Van’a tayinim çıktı. Van’da asker arkadaşlarıma İslam hakkında bildiklerimi anlatmaya çalışırken doğrudan tuğgeneralin emriyle Hakkâri’ye sürgünüm çıktı. Van’da iken otuzla-kırk arası askere faydalı olurken, Hakkâri’de jandarma alayının dört bölüğünde akşamları sırayla askerlere İslam hakkında bilgilendirme dersleri yaptım. Siz, özünüzle, sözünüzle doğru olunuz. Bütün peygamberlerin ortak sözlerinden olan, “Sizden ücret istemem” ayetini hayatınızın en önemli kuralı kılın. Şahıs övücüsü ve sövücüsü olmayın. Kendi görüşünüzü kendinize saklayın. İslam’ın doğrularını yaşayın ve yaşatın. “İslam’ın doğrularını anlatıyorum ama dinlemiyorlar” derken kendimizi de bir kontrol edelim. “On senedir hocamızdan hep aynı şeyleri dinliyoruz” diyenlere de kulak verelim. Diyarbakırlı Said Paşa’ya kulak verelim: Sen usandırma eli el de usandırmaz seni Hîlekârlık eyleme kimse dolandırmaz seni Dest-i a'dâdan soğuk su içme kandırmaz seni Korkma düşmenden ki âteş olsa yandırmaz seni Müstakîm ol Hazret-i Allah utandırmaz seni