Eğitim Sendikalarından Meb’na Uyarı Eylemi

Yayınlanma: 24.09.2014 16:40 Güncelleme: 24.09.2014 16:42

Sendikalar'dan pankartlı sloganlı eylem

TÜRK EĞİTİM SEN; “HİÇBİR TAVRIMIZI SİYASİ MÜLAHAZALARLA ORTAYA KOYMUYORUZ. TEK DERDİMİZ EĞİTİM ÇALIŞANLARININ DAHA HUZURLU VE EĞİTİM HİZMETİNİN VERİMLİ OLMASIDIR” Türk Eğitim Sen Karaman Şube Başkanı ve Kamu Sen Temsilcisi Ziya Hotamışlı ve Sendika yöneticileri, dün saat 11’de Atatürk Parkında yaptığı Basın açıklamasında, MEB’nın uygulamalarını sert bir dille eleştirdiler. Ziya Hotamışlı yaptığı açıklamasında şunları söyledi; “ Bugün, milli eğitimdeki haksızlıklara, hukuk tanımazlığa, adam kayırmalara karşı isyanın doruğa çıktığı gündür.  Bugün, Hz. Ömer adaletini elinin tersiyle itenlere, dini ve milli değerlerin yozlaştırıldığı  eğitimde ayrımcılık kokan uygulamalara, yılların emeğiyle elde edilmiş makamların, hakların yandaşlara, torpillilere, sırtı kalın olanlara peşkeş çekilmesine “dur” denildiği gündür. Bugün, eğitim çalışanlarının ekonomik ve sosyal haklarının tırpanlanmasının, öğretmenlerin itibar kaybetmesine neden olan uygulamaların, akademik zam sözü verilmesine rağmen bu sözünün arkasında durmayanların, çalışanlara enflasyon farkını dahi çok görenlerin, gelir dağılımındaki adaletsizliğin protesto edildiği gündür. 24 Eylül tarihinde yani bugün tüm Türkiye genelinde sendikacılığın evrensel asgari standartlarını karakterinde taşıyan bütün sendikaların da desteğiyle iş bırakıyoruz. Okullarımızda bugün ziller çalmıyor, eğitim çalışanları işbaşı yapmıyor.  Bugün yandaş yönetici atamalarına hayır demek için, Sendikamızın nöbet ücretleri ile ilgili 6 saat ek ders talebinin yerine getirilmesi için, Eğitim çalışanlarının ekonomik ve sosyal hakları için,  İlk defa alamadığımız enflasyon farkı için,  Üniversite çalışanlarının ekonomik ve sosyal hakları için,  4/C’lilerin kadroya alınması için,  Taşeronlaşmaya karşı durmak için,  Atanmayan 350 bine yakın gencecik öğretmenlerin biran önce atanması için, Akademik zam sözünün yerine getirilmesi için,  Özel okulları teşvik edip, imkânsızlıklarla cebelleşen devlet okullarına üvey evlat muamelesi yapıldığı için, Öğretmenlerin ve diğer eğitim çalışanlarının kaybettiği itibarları için, Daha demokratik üniversite için alanlardayız! Bilindiği gibi okullarda yöneticiler birer birer tasfiye ediliyor. Bilgisi, birikimi, ödülleri ve başarıları ile adından söz ettiren, okulu TEOG’da, üniversite sınavlarında başarılı olan, öğrenciler, öğretmenler ve veliler tarafından takdirle karşılanan, canını dişine katarak okulunu zirveye taşıyan okul müdürlerinin sırf siyasi iktidarın kapı kulu olmadıkları için, sırf MEB yetkilileri istemediği için görevlerine son verildi. Onların yerine masa başı ilişkileri, akrabalık, dostluk, yandaş sendika, siyaset ilişkileri güçlü olanlar görevlendiriliyor.                Doğu ve güneydoğuda onlarca okul yakılırken okullarımızı Türkiye’nin her yanında ihya eden, imar eden, çalışkan fedakar idarecilerin tasfiye edilmesi çok düşündürücüdür. MEB Yasası ve akabinde çıkarılan Yönetici Atama Yönetmeliği ile okulları hallaç pamuğu gibi dağıttılar. Görev süresi uzatılacak müdürleri kendilerine biat edenlerden, ideolojisi ve siyasi duruşu iktidara yakın olanlardan seçtiler. Bir de malum bir sendika var. Siz onu biliyorsunuz. O sendikayla AKP ilçe teşkilatları istediği okul müdürlerinin listelerini hazırladı ve bu sipariş listeler ilçe milli eğitim müdürlerinin, komisyon üyesi şube müdürlerinin önüne sunuldu. İşte böylesine ahlaksız, böylesine arsız, böylesine rezil bir dönem yaşıyoruz.  Görev süresi uzatılacak müdürlerin, değerlendirme puanlarında yapılan gayri ciddiliği de daha önce defalarca belgeleriyle ortaya koyduk. Vefat edenlere, belediye başkan yardımcısına, müdürlükten ayrılıp öğretmenliğe geçenlere, emekli olanlara, kurum değiştirenlere 75 ve üzerinde puan vermişler. Hatta geçici ilçe milli eğitim müdürleri kendilerine 95-100 puan vermiş! Şu anda 8 bin okul müdürü adeta idam edilmiştir. Okul müdürlerini idam edenler hakkında suç duyurusunda bulunduk. Valiliklere idari soruşturmalar açılması için dilekçeler verdik. Hatta bu tetikçilerle ilgili Milli Eğitim Bakanlığı da soruşturma başlatıyor. Bakalım bu soruşturmalardan ne sonuç çıkacak? Soruşturmalar amacına hizmet edecek mi, yoksa okul müdürlerini idam edenler herhangi bir ceza almadan yollarına devam edecek mi? Şayet soruşturmalarda şaibeler tespit edersek, soruşturmayı yapanların da yakasına yapışacağız! Bu süreçte, okul müdürleri kendi ekibini de oluşturabilecek. Yani okul müdürleri müdür başyardımcılarını, müdür yardımcılarını kendisi seçecek.  Böylece okul müdürlerinin büyük kısmı siyasi ve ideolojik görüşü kendisiyle örtüşen insanları yakın çalışma arkadaşı olarak belirleyecek. Hatta büyük bir kısmına kimlerle çalışacakları yine bir yerlerden gelen talimatlarla bildirildi bile! Bu süreç bununla da bitmeyecek. Bildiğiniz gibi ilk kez görevlendirilecek müdürlere sözlü sınav uygulaması getirildi. Siz yazılı sınavı ortadan kaldırın, “kendi adamlarım makamlara getirilsin” diye sözlü sınav ihdas edin, bunun adına da adaletli yönetici görevlendirme (!) deyin.  Bu süreçte de komisyonda yer alan isimler ve dolayısıyla komisyonun vereceği puanlar şaibeli olacak, kişiye özel subjektif değerlendirmeler bu görevlendirmelerin odağında yer alacak. Sendika temsilcilerinin bulunmadığı komisyonların yapacağı ve ölçülebilir kriterlere sahip olmayan sözlü sınavlar kabul görebilecek mi? Milli eğitimde her alanda yaşanan kadrolaşmadan şube müdürleri de nasibini almıştır. Mülakatla şube müdürü yapılan iktidara bağımlı kişiler, kariyer, emek, alın teri, liyakat göz ardı edilmiştir. Konu, yargıya taşınmış ve başarı sıralamasının tek başına sözlü sınav sonuçlarına göre oluşturulması hukuka aykırı bulunarak, söz konusu yönetmeliğin yürütmesi durdurulmuştur.  Ancak MEB hukuksuzluklarına devam ederek, sözlü sınava dayalı şube müdürlüğü atamalarını iptal etmemiştir. Bu nedenle Türk Eğitim-Sen olarak hukuku hiçe sayan MEB Müsteşarı hakkında suç duyusunda bulunduk. Akabinde de sözlü sınava dayalı şube müdürlüğü atamalarının iptal edilmesi için Danıştay’da dava açtık. Yargının bu konuda da sağduyulu davranacağına inanıyoruz. Şayet yargı bunu da iptal ederse, MEB bu kez ne yapacaktır? Yine mi “Yargı kararını uygulamıyorum” diyecektir?  Çok açık söylüyorum ki; MEB’in bu ötekileştiren anlayışını kökünden reddediyoruz. MEB kimilerine ana baba şefkatiyle yaklaşırken, onları sıcak kolları arasında semirtirken; kendisinden olmayanları ayrık otu olarak görerek, onlara zulüm etmesi; okul müdürlerinin görevden alınmasını protesto eden sendikalar için “Bu sıfat ile okullarda bulunuyorlarsa demek ki bakanlığımız arkadaşlarımızı sistemden ayıklayarak doğru bir şey yapmış” diyebilen yöneticilerin MEB’de iş başında olması eğitim tarihimiz için bir utançtır. Bu lafları eden zat, MEB’in amacını ne de güzel ortaya koymuştur! Aslında bu bir suçun itirafıdır. MEB kadrolaşma suçu işlemektedir. Bunu Anayasa Mahkemesi’nin görmesi, değerlendirmesi ve bu yandaşlığa müsamaha göstermemesi gerekmektedir.  Değerli basın mensupları; Milli eğitimde yaşanan sorunlar sadece kadrolaşmayla ilgili değildir. Eğitim çalışanları angarya görevlerle mağdur edilmektedir. Şöyle ki; öğretmenlerin nöbet hizmeti bulunmaktadır. Ancak asıl işi eğitim hizmeti olan öğretmenler, sorumluluğu çok geniş olan nöbet hizmetinin karşılığı olarak ek bir ücret alamamaktadır.  Bu durum hem iç hukuka ve uluslararası mevzuata hem de hakkaniyet anlayışına aykırıdır. Sendikamızın nöbet ücretleri ile ilgili olarak uzun zamandır ortaya koyduğu bir talebi vardı. Bu talep, öğretmenlerimizin okulda yürüttükleri nöbet hizmetleri karşılığında 6 saat ek ders talebiydi. Hatta bununla ilgili dilekçeler hazırladık ve bu dilekçeler şubelerimiz tarafından MEB’e gönderildi.  Aradan geçen sürede bu talebe kulak verilmedi. Çünkü MEB çok daha mühim (!) işlerle uğraşıyor. Mesela kadrolaşıyor, mesela öğretmenleri okul okul sürmeye hazırlanıyor, mesela eğitim çalışanlarının haklarını nasıl tırpanlarım diye düşünüyor… Öğretmenlerin, akademisyenlerin ve diğer tüm eğitim çalışanlarının ekonomik ve sosyal hakları da giderek zafiyete uğramaktadır. Oysa bir toplumun ancak ve ancak eğitim ile kalkınabileceği göz önüne alındığında; öğretmenlerin, akademisyenlerin, eğitim çalışanlarının, üniversite çalışanlarının ekonomik ve sosyal haklarını dünya ülkeleri seviyesine çıkarmak, onların insanca ücretlerle yaşamasını sağlamak bu ülkeyi yönetenlerin en asli görevlerinden biridir.  Ancak ülkemizde bazı kesimler el üstünde tutulurken, zenginliklerine zenginlik katarken, eğitimin temel unsurları yok sayılmaktadır. Bildiğiniz gibi 2013 yılında yapılan skandal olarak nitelendirdiğimiz bir toplu sözleşme dönemi geçirdik. Çalışanlar, Temmuz ayında zamlı maaş alamamış, 2014 yılında sadece 123 TL, 2015 yılı için ise yüzde 3+3 zamla yetinmek zorunda kalmıştır.  Çalışanlar, 2014 yılında enflasyon farkı alamadıkları gibi, aile ve çocuk yardımlarına artış yapılmamış, ek ders ücretleri yerinde saymıştır. Kısacası 2014 ve 2015 yılları öğretmenler, akademisyenler, hizmetliler, memurlar, teknisyenler, üniversite çalışanları v.b. eğitim çalışanları için kayıp yıllardır.  Öğretmenlere, eğitim-öğretim ödeneği kapsamında 75+75 TL zam yapılmıştır ancak bu miktar, 666 sayılı KHK ile yapılan iyileştirme uygulaması sonucundaki kayıpları karşılamak için hiç yeterli olmamıştır. Çünkü hatırlanacağı üzere 666 sayılı KHK ile yapılan ve öğretmenlerle akademisyenlerin kapsam dışı bırakıldığı düzenleme ile 430 TL ile 1400 TL arasında değişen miktarlarda iyileştirmeler yapılmıştı. 2 milyon 600 bin kamu çalışanı bu şekilde mağdur edilirken, Hükümet HSYK seçimleri öncesinde adeta rüşvet dağıtır gibi hâkim ve savcılara 1155 TL zam yapılmıştır.  Eğitim çalışanlarına ve diğer memurlara küçük artışları bile çok gören, enflasyon zammı yapmaktan kaçan, eğitim-öğretime hazırlık ödeneğinin tüm eğitim çalışanlarına verilmesi talebimizi elinin tersiyle iten, akademisyenlere zam sözü verilmesine rağmen; aylardır bu sözün gereğini yerine getirmeyenlerin sıra hâkim ve savcılara gelince sırf oy devşirmek için kesenin ağzını açması hangi ahlaki yönetim anlayışına sığar?  Bir yılda limonun fiyatı yüzde 112, sivri biberin fiyatı yüzde 94, pirincin fiyatı yüzde 50 artmasına, bir yıl içinde mutfak masraflarında yüzde 28 artış olmasına, dört kişilik bir ailenin asgari geçim haddinin 4 bin 38 TL’ye yükselmesine rağmen göreve yeni başlayan öğretmene 2 bin 148 TL, en yüksek derecedeki bir öğretmene 2 bin 497 TL, hizmetliye 1750 TL, akademisyene 2400 TL ile yaşa deniliyorsa; çalışanlar enflasyon farkından dahi mahrum ediliyorlarsa; bunun insanlıkla, ahlakla, vicdanla, sosyal devlet olmakla hiçbir ilgisi olmaz.  Eğitim çalışanları toplumda giderek itibar kaybetmektedir. Özellikle öğrencilerin kendilerine rol model aldığı öğretmenlerimiz, artık Bakanlığın yanlış politikalarından dolayı değersizleştirilmekte ve etkisizleştirilmektedir. Öğretmeni cezalandıran, öğrenci üzerindeki etkisini azaltan, öğretmenleri yoksullaştıran, onların özlük haklarını tırpanlayan uygulamalar toplumdaki saygınlıklarının azalmasına neden olmuştur.  Akademisyenlerin de ciddi ücret sorunları bulunmaktadır. Göreve yeni başlayan bir araştırma görevlisi 2 bin 388 TL, 3/1 derecedeki bir yardımcı doçent 2 bin 831 TL, en kıdemli profesör ise 5 bin 184 TL ücret almaktadır. Türk akademisyenler yurtdışındaki meslektaşlarına göre kat kat düşük kazanmaktadır. Örneğin öğretim üyeliğine giriş maaşı Kanada’da aylık 5 bin 733 dolar, Almanya’da 4 bin 885 dolar, ABD’de 4 bin 950 dolardır. Kıdemli öğretim üyeleri ise Kanada’da 9 bin 485 dolar, İtalya’da 9 bin 118 dolar, İngiltere’de ise 8 bin 369 dolar kazanmaktadır.  Maliye Bakanı Mehmet Şimşek, akademisyenlere zam sözü vermişti ancak bu söz aylar geçmesine rağmen yerine getirilmemiştir. Şimdi kendisi de bir akademisyen olan Başbakan Sayın Ahmet Davutoğlu da zam sözü vermiştir. Son olarak Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Faruk Çelik, akademisyenlere unvan farkı gözetmeksizin 1000 TL zam yapılması için çalışma başlatıldığını bildirmiştir.  Davutoğlu’nun ve Çelik’in sözünde durup, durmayacağını zaman içinde göreceğiz. Ancak şu da var ki; bir yandan zam sözleri verilirken, diğer yandan üniversite geliştirme ödeneğinin kaldırılacağına dair haberler kamuoyu gündeminde yankılanmaktadır. Bu nasıl bir çelişkidir? Sendika olarak bunu kabul etmiyoruz. Kazanılmış hakların gasp edilmesine seyirci kalamayız. Üniversitelerin toplumun aynası olduğunu düşündüğümüzde, akademisyenlerimizin insanca yaşayabilecekleri, geçim derdini düşünmeyecekleri ve bunun yanı sıra kendilerini geliştirebilecekleri ücretler alması hayat memat meselesidir.  Üniversiteler, demokrasinin beşiği olması gereken kurumlardır. Ancak YÖK’ün baskısı ve otoritesi, üniversitelerin siyasi etkilere maruz kalması, üniversite çalışanlarının ve akademisyenlerin özgür bir ortamda çalışamamaları, rektör ve dekanları üniversite çalışanlarının iradelerinin değil, tepeden inme anlayışın belirlemesi, katılımcılığın ikinci plana atılması nedeniyle bugün üniversitelerimiz demokrasiden giderek uzaklaşmaktadır.  Öte yandan 4/C statüsünde modern kölelik yaygınlaştırılmıştır. Bu uygulama çalışma hayatının en rezil uygulamasıdır. Özelleştirme mağduru olan çalışanların, işten çıkarılmalarının ardından önlerine konulan seçenek, ya işsizlik ya da karın tokluğuna, güvencesiz bir şekilde çalıştırılmak olmuştur. Ölümü görünce sıtmaya razı olan yani işsiz kalmaktansa, bu koşullarda çalışmayı kabul edenler bugün sömürülmektedir. 23 bin 4/C’li çalışan vardır. Bu insanları kadroya geçirmek atla deve değildir. Bazı kesimler her ne kadar 4/C’lileri kadroya geçirmeyi popülist bir yaklaşım olarak görseler de, bu doğru değildir. Bu insanlara daha önceden verilmiş kadro sözü vardır. Toplu sözleşme sürecinde ve sonrasındaki Kamu Personeli Danışma Kurulu toplantılarında 4/C’li çalışanların kadroya geçirilmesine ve statülerinin iyileştirilmesine yönelik çalışmaların yapılacağı hüküm altına alınmıştır. Tüm bunlara rağmen hala bu insanlar yok sayılıyorsa, bu anlayışa yuh olsun! Taşeronlaşma almış başını gitmektedir. Kamuda taşeron çalışan insanların sayısı 2002 yılında 10 bin civarında iken, bugün belediyelerde dahil edildiğinde 2 milyon 500 bine ulaşmıştır. Maliyetleri düşürmek, ucuz ve iş güvencesiz insan çalıştırmak anlamına gelen taşeronlaşma çalışma hayatını tehdit etmektedir.  Karaman’da 250 civarında ücretli öğretmen görevlendirilmiş iken ilk ataması yapılan öğretmen ise sadece 58’dir.Türkiye genelinde de oran hemen hemen böyledir. AKP iktidarı döneminde tavan yapan taşeronlaşma insan sömürmenin diğer adıdır. İktidar yaptığı düzenlemelerle taşeronlaşmayı meşrulaştırmakta, devlet memurluğu kavramının yerine koymaya çalışmaktadır.  Amaç çok açıktır: İş güvencesiz taşeron memur modeli çalışma hayatına yerleştirilmeye çalışılmaktadır. Taşeronlaşma ne yazık ki eğitim hayatına da bulaştırılmıştır. Okullarımızda hizmetli personel sayısı çok yetersizdir. Bazı okullar ödenek yetersizliği dolayısıyla hizmetli personel bile çalıştıramazken, bazıları da temizlik hizmetini taşeron firmalardan almaktadır. Oysa hizmetli personel eğitim hizmetinin asıl unsurlarıdır ve bu personelin kesinlikle kadrolu olarak istihdam edilmesi çok önemlidir. Hizmetli ve memurlarımızın yıllardır biriken sorunlarını çözmek, başta görev tanımı ve görevde yükselme taleplerini karşılamak dururken, taşeronlaşmanın bu alana kadar genişlemesi MEB adına büyük bir vahamettir. Taşeronlaşmanın ne demek olduğunu Soma’da herkes gördü. İbret alınmazsa benzer facialar, sosyal, ahlaki, ekonomik vb. felaketler her an Eğitim camiasında da yaşanabilir. Görüldüğü üzere eğitimin tonlarca sorunu ve bu sorunları çözmekten uzak bir siyaset anlayışı bulunmaktadır. Eğitimine önem vermeyen, eğitimcisini siyasi ihtirasları uğruna bir kalemde harcayan, katılımcılık yerine, “benim dediğim olacak” anlayışını dikte ettiren, nitelikli eğitimi sağlamak yerine kendisi gibi düşünmeyenlere ayak kaydırma operasyonu yapanlar, bugün MEB’i batağa saplamıştır. Bizim amacımız üzüm yemektir. Hiçbir tavrımızı siyasi mülahazalarla ortaya koymuyoruz. Tek derdimiz eğitim çalışanlarının daha huzurlu ve eğitim hizmetinin verimli olmasıdır. Kim yaparsa yapsın doğruların hep destekçisi olacak; kimden gelirse gelsin yanlışların karşısına kaya gibi dikileceğiz.  Sendikamızın bu eylemi bir uyarı niteliğindedir. Bu ülkeyi yönetenler aklını başına almalıdır. Aksi taktirde bu eylemlerimiz bir son olmayacak, sürekli eylemlilik süreci başlatılacaktır. En kısa sürede taleplerimize cevap bekliyoruz, alacağımız cevap eylemlerimizi de şekillendirecektir. Biz sözümüzü söyledik, duyan duymayan kalmasın! Kamuoyuna saygıyla duyurulur.”                EĞİTİM İŞ VE EĞİTİM SEN; “EĞİTİMDE YAŞANAN, EĞİTİM ÇALIŞANLARININ ORTAK SORUNLARI KARŞISINDA GÜÇ BİRLİĞİ VE DAYANIŞMA İÇİNDE OLMAK ÖNEMLİDİR” Eğitim İş ve Eğitim Sen Karaman Temsilcilikleri dün saat 12,30’da Atatürk Parkında ortak düzenledikleri Basın açıklamasında şunları söyledi; “AKP iktidarı, eğitim biliminin en temel ilkelerine aykırı düzenlemelerde ısrarını sürdürerek,  eğitimi niteliksizliğe, düzensizliğe ve kaosa sürükleyerek çocuklarımızın geleceği ile oynamaya devam etmektedir.  MEB tarafından son dönemde yapılan bazı değişiklikler ve uygulamalarla yüz binlerce öğretmen, öğrenci ve veli mağdur edilmiştir. Yönetici atamalarında yeniden getirilen sözlü sınav üzerinden belirlenen eğitim yöneticilerinin yandaş sendika üyelerine verilen sözlü notlar üzerinden “siyasi atama” yoluyla belirlenmesi, eğitimde siyasi kadrolaşma girişimlerinin arttığını göstermektedir. Milli Eğitimi "ticari işletme" haline getirmek için uğraşan, Bakanlık kadrolarını kendi ideolojik hedefleri doğrultusunda defalarca değiştiren MEB, karşısında engel olarak gördüğü bütün eğitim yöneticilerini tek tek tespit ederek ayıklamıştır. Eğitim-İş olarak objektiflikten ve hakkaniyetten uzak bir şekilde tamamen siyasi değerlendirmelerle yapılan bu kıyıma seyirci kalmamış mücadelesini sürdürmüştür. Öte yandan son olarak çıkarılan Torba Yasayla, aday öğretmenlerin asaleten atanması için sözlü sınava tabi tutulacak olması, tıpkı yönetici atamalarında olduğu gibi öğretmen atamalarında da siyasi referansların dikkate alınacağının göstergesidir. Yönetici görevlendirmelerinde tam bir kıyım gerçekleştiren Bakanlık, kendi ideolojik hedefleri ve yandaş sendikanın istekleri doğrultusunda kendi öğretmen sınıfını yaratacaktır. Torba yasada yer alan bir diğer düzenleme ise öğretmenlere il içi ve il dışı zorunlu rotasyon düzenlemesidir. Öğretmenlerimizin isteği dışında rotasyona tabi tutulması sürgün anlamına gelmektedir. Bu uygulama ile büyük bir karmaşa ve mağduriyet oluşacaktır. Yüz binlerce öğretmenimiz ailelerinden ayrılacak, aile bütünlükleri bozulacak buna bağlı olarak da iş verimleri düşecektir. Böyle bir rotasyon öğretmenlerimizi emekliliğe ve istifaya zorlamak demektir. TEOG yerleştirmeleri sürecinde göz göre göre yapılan yanlışlar sonucunda çok sayıda öğrenci belki de hiç gitmek istemeyeceği bir lise türüne otomatik olarak yerleştirilmiştir. 40 bin öğrenci zorunlu olarak imam hatiplere, binlerce öğrenci evlerinden çok uzaktaki okullara kaydedilmiştir. Bakanlık, öğrencilerin ilgi ve yetenekleri doğrultusunda istedikleri okulda okuma koşullarını sağlamak için çalışmak yerine, öğrencilerin hangi okula gideceğini, hangi dersleri seçeceğini bile bizzat kendisi belirlemek istemekte, hiçbir şeye itiraz etmeyen, “itaatkar” nesiller yetiştirmeyi hedeflemektedir. Türkiye’de 12 yıllık AKP iktidarı döneminde kamu hizmetlerinde, özellikle eğitim alanında piyasa merkezli bir “işletmecilik” anlayışı yerleştirilmeye çalışılmıştır. AKP hükümeti, kamusal eğitim alanını daha da daraltmakta, özel öğretimin doğrudan desteklenmesi doğrultusunda ciddi adımlar atmaktadır. Kamusal eğitime ayrılması gereken kaynakların dershanelerin dönüşümü bahanesiyle özel öğretime aktarılması, özel okulların eğitim içindeki payının arttırılması için sayısız teşvik ve destek getirilmek istenmesi, iktidarın eğitim politikasının merkezinde halkın değil, piyasa güçlerinin olduğunu göstermektedir. Son olarak AKP Hükümeti Milli Eğitim Bakanlığı’na bağlı okullarda öğrenim gören öğrencilerin kılık ve kıyafetini düzenleyen yönetmelikte yaptığı değişiklikle türbanı ortaöğretimde serbest bırakmıştır. Tevhid-i Tedrisat’a ve Anayasa’ya aykırı olan bu düzenleme ile Atatürk ilke ve inkılaplarına, demokratik, bilimsel ve laik eğitime açıkça meydan okunmuştur. 4+4+4 eğitim sistemiyle tüm okulları imam hatibe çeviren siyasi iktidar, nihai hedefinin karma eğiteme son vererek tüm okulları medreseye çevirmek olduğunu ortaya koymuştur. Yaşanan tüm bu sorunlar karşısında Eğitim-İş, 26 Ağustos 2014 tarihinde eğitim iş kolunda örgütlü tüm sendikalara mektup yazarak; ortak bir eylem yapılması çağrısında bulunmuştur. Çağrımızda   belirttiğimiz  ortaklaştırma  talebimiz olumlu yanıtla karşılık bulmuştur. Eğitim-İş, yandaş kadrolaşmada sınır tanımayan iktidarın Cumhuriyet devrimlerine, ulusal, kamusal, çağdaş, bilimsel eğitime karşı ideolojik yapılanmasına, eğitimin özelleştirilmesine, yandaş öğretmen atamalarına, öğrenci kayıtlarının baskı ve yönlendirme ile imam hatip okullarına yapılmasına böylece okullarımızın medreseleştirilerek eğitimin gericileştirilmesine “DUR” demek için 24 Eylül 2014 Çarşamba günü ülke genelinde bir günlük iş bırakma eylemi gerçekleştirdik.   Eğitimde yaşanan, eğitim çalışanlarının ortak sorunları karşısında güç birliği ve dayanışma içinde olmak önemlidir. “Karşı devrimci güçlerin yok etmek istediği ulusal, demokratik, laik, sosyal bir hukuk devleti olan Türkiye Cumhuriyetine, emeğimize, geleceğimize ve bağımsızlığımıza” sahip çıkmak için herkesi birlikte mücadele etmeye çağırıyoruz.” AKTİF EĞİTİM SEN; “2014-2015 EĞİTİM-ÖĞRETİM YILI, MİLLİ EĞİTİM BAKANLIĞININ YANLIŞ, YANLI VE MAKSATLI UYGULAMALARI NEDENİYLE BİRÇOK PROBLEMLE BİRLİKTE BAŞLADI” Atatürk Parkı’nda 23 Eylül Salı günü saat 18’de düzenlenen eylemde konuşan Aktif Eğitim Sen Karaman İl Temsilcisi Cumhur Akıl, 2014-2015 Eğitim-Öğretim Yılı, Milli Eğitim Bakanlığının yanlış, yanlı ve maksatlı uygulamaları nedeniyle birçok problemle birlikte başladığını iddia etti. Akıl, açıklamasını şöyle sürdürdü: “Bakanlığın tutumundan öyle anlaşılıyor ki, bu problemler kısa vadede çözülmek şöyle dursun, çözümü giderek zorlaşan sorunlar yumağına dönüşme tehlikesiyle karşı karşıya. Biz, Aktif Eğitimciler Sendikası olarak, ne ülkemizin yarınlarını emanet edeceğimiz çocuklarımızın ne de bugün bu çocuklarımızı emanet ettiğimiz eğitim çalışanlarımızın, iktidarın ve Bakanlığın basiretsiz, hukuksuz ve maksatlı uygulamalarına mahkum edilmesine seyirci kalmayacağız. Bu yüzden, çalışma barışını bozan siyasal ve sendikal kadrolaşmaya, insanlar arasında ayrımcılığı körükleyen ve ötekileştiren her türlü fişlemeye, liyakat yerine yandaşlığı gözeterek yapılan hukuksuz görevlendirme ve tasfiyelere, iyi planlanmamış bir rotasyonla eğitim çalışanlarının hayatlarının alt-üst edilmesine, özel okullara teşvikler verilirken, devlet okullarımızın maddi imkansızlıklara mahkum edilmesine, öğretmenlerimizin asli görevleri dışında nöbet görevi gibi angarya işlere zorlanmasına “hayır” diyoruz” dedi.

Devamını Okumak İçin Tıklayınız