EĞİTİM Mİ?
Okullarımız açıldı. Evlatlarımız okul yollarında. Sabah öğle ve ikindin şehrimiz onlarla hareketleniyor. Onların o hali bizde büyük bir mutluluk oluşturmalı. Ama nedense pek de mutlu olamıyoruz. Öncelikle okullar artık çocuklarımızın neşe içinde, koşarak, büyük bir istekle gittikleri yerler olmaktan çıktı mı acaba. Çünkü onlarda bir şevk, bir heyecan ve bir mutluluk göremiyoruz. Suratları birer karış… Sanırız onlar da o adına MİLLİ dediğimiz ve gerçekten de MİLLİ olması gereken eğitim sistemini çok sevemediler. Şu kısacık fani ömrümüzde bile o sistemde kaç sefer değişiklik yapıldı gerçekten bilmiyor ve hatırlayamıyoruz. Her uygulamada, her sistemde elbette bir takım olumsuzluklar oluşacaktır. Çağın şartlarına göre, toplumun taleplerine göre, idari yapıdaki oluşumlara göre bu sorunların olması gayet doğaldır. Doğal olan başka bir şey de bu sorunların en ince detayına kadar analiz edilerek yine sistem üçünde çözülerek uygulanmasıdır. Ama bizde öyle olmuyor bu işler. İlk aklımıza gelen “SİL yeni baştan düzenle…” yolunu seçiyoruz. Meslek Liseleri kolay söylenişi ile sanat okulları fikri bir çözümdü. Tornadan marangozluğa, sağlıktan matbaacılığa kadar her branşta eğitim hayatımızda bir bir yerlerini aldılar. İlk yıllar sistemde elbette eksikler ve bilinmezlikler oluştu. Öğretmen ve teknik malzeme ile sermaye en büyük sorundu. Zamanla onlar da aşıldı. Bu okullara öğretmen yetiştiren üst kademe akademik bölümler oluştu. Döner sermaye ile ihtiyaç sahiplerine yapılan işlerden bu okullar para kazanmaya da başladı. Amaç ara elemandı. Yani karar veren ile uygulayan arasında yol gösteren ve kararların mükemmel uygulanmasını sağlayan ustalar yetişiyordu. Artan talepler üzerine bunlara yükseköğretim hakkı da verildi. Bu da gerçekten değerli bir uygulama oldu. Mesleğin temelini alan öğrenciler bunları yükseköğretim ile akademik seviyede pekiştiriyordu. Temeli sağlam olunca da ortaya çok iyi eğitilmiş meslek erbapları çıkmaya başlamıştı. Bugün sanayi ve hizmet sektöründe sanat okulu mezunu o kadar çok ve başarılı kimseler var ki o günlerin büyük kazanımları onlar. Sonra ne oldu? Olan oldu… Ya ana sınıfları, ilkokullar? Eğitim kelimesi ile özdeşleşen bir yapı içinde elbette öğretim olmalı idi. Ama ne yazık ki EĞİTİM gereksiz bir fazlalık olarak görülmeye başlandı ve çöpe atıldı. Öğretime gelince de ezberci, düşünmeye ve fikir üretimine gerek duyurmayan yöntemler uygulanmaya başlandı. İşin başında görsel hatalar başladı zaten. Kılık kıyafet serbestliği önce öğrencilere sonra da öğretim kadrolarına uygulanıverince olanlar oldu. Öylesi uygunsuz kılık ve kıyafetler görmeye başladık ki iliklerimize kadar utandığımız, kimliğimizden korkmaya başladığımız ortamlar oluştu. Çok şükür hatanın farkına varıldı da öğrenciler için bu karardan dönüldü. Sıra pejmürde kılıklı öğretmenlerde. Gittiğimiz yolda bir sıkıntı var ise bu yolun kavşaklarında yolun devamı olan tercihler yapılır. Bizler bu yolları inceleyip en uygun olanı seçme cihetine gitmedik. Bunun yerine “Yollar karıştı” deyip ne kadar yol varsa düzleyip milli eğitim kervanını başıboş bir şekilde, vahşi doğaya salıverdik. Öyle olunca da uçurumlar, bataklıklar, vahşi ormanlarda, çöllerde kayboldu milli eğitim kervanı. Hele ki özel eğitim denilen kapitalizm tuzakları… Bir noktaya kadar belki özelleştirme ya da halkın milli eğitime katkısı gerekli gibi görünse de uygulama tam bir felaket oluverdi. Aynı öğrenci sayısına sahip bir devlet okulunun bütçesi ve fiziki imkânları ile devlet okulunu karşılaştırsak nasıl bir sonuç çıkar ki? Hazinenin hovardaca çar çur edilen imkânları bu özel okulların imkânlarına erişecek şekilde devlet okullarına verilemez miydi? İmkânları eksiksiz tamamlanan bir okulda daha fazla gerekli olan müfredat da tamamlansa geleceğe daha güvenle bakmak mümkün olacaktı. Son iki neslin gençliğinde baktığımızda gerçekten içler acısı bir tablo ila karşı karşıyayız. Aile veya yakın çevresi nedeni ile açıklarını kapatabilen öğrencilerimiz gençlerimiz var elbette. Ama onlar da bu laçka olmuş çarkın içinde FİRE olup gidiyorlar. Dört artı dört sistemi madem uygulanmaya başladı bunu da yeniden yıkıp yeniden yapmak yerine bu düzen içinde mutlaka bir iyileştirme yapılmalıdır. Uygulamalı öğretmen okulları yeniden açılmalı, teknik liselere yeniden ortam hazırlanmalı, müfredat baştan sona milli ve manevi değerlerimiz, kültürümüz, örf adet ve geleneklerimiz göz önüne alınarak yeniden düzenlenmelidir. Öğretim oranı eğitim oranı ile tam bir denklik içinde olmalıdır. Kendine yetebilen, özgüveni tam, toplumla uyumlu, kültürel değerleri almış, idari yapının temellerini kavramış, ahlaki bağları sağlam, ama mutlaka ve mutlaka fikir üretebilen, analitik mantık ve düşünceyi iyi kullanabilen nesillere ihtiyacımız var. Kısa bir makalede işlenemeyecek kadar büyük bir sorun bu. Ancak bu kadarını anlatabiliyoruz. Kanada’dan buğday, İran’dan karpuz, Çin’den oyuncak, haçlı gâvurundan kültür ithal edilse de BİZE LAYIK NESİLLERİ ithal etme şansımız maalesef yok. Onlar için evlatlarımız, can parelerimiz hazır. Yeter ki onları işlemesini bilelim. İşte o zaman MİLLİ EĞİTİMİMİZ VAR diyebiliriz.