DİYEMEDİİİİM, DİYEMEDİM
1972 yılında Karaman’ın Larende Mahallesi’nde Merkez Cami’de imamım. Cemaatimin çoğunluğu göçmen. İçlerinden biri, beş vakit namazda hazır bulunur, ben gelemediğim vakitlerde namazı kıldırırdı. Maddi durumları iyiydi, çalışkandılar. Harama yaklaşmazlar, yalan söylemezler. Göçmenlerin eski köylerinden bir müsafir gelmiş. Beş vakit namaza devam ediyor. Bir kış günü akşamında, yatsıdan sonra kaldığı eve beraber gittik ve uzun gecelerde saatin nasıl geçtiğini bilemediğimiz bir sohbet oldu. Gelen müsafir anlattı; “Baskıların arttığı, çaresiz kaldığımız, bunaldığımız günlerde, etraf köylerden bir heyet bizim köye de geldiler ve köyün ileri gelenlerine, “Biz filan gün, filan saatte harekete geçeceğiz ve bize doğrudan zulmedenlerin hepsini öldüreceğiz; siz de katılır mısınız? Siz katılmazsanız, biz yine de o saatte harekete geçeceğiz” dediler. Bizim köyün büyükleri, katılamayacaklarını bildirdiler. O gün ve o saatte harekete geçtiler, derhal bastırıldılar ve başkaldıranlar ve onlara katılanların beşikteki çocukları dâhil canlı insan bırakmadılar. O gün katılmadığımıza sevindik ama şimdi, “Keşke katılsaydık” diyorum dedi ve gerekçesini şöyle anlattı: “O yiğit insanlar, çocuklarıyla beraber şehitler kervanına katıldılar. Bizim çocuklar ise kıpkızıl komünist oldular, ‘kâfirler kafilesine katıldılar ve din düşmanlığında onları geçtiler. Keşke biz de katılsaydık da şehitler kervanıyla Allah’ımızın huzuruna varsaydık” demişti. 2014’te o ülkede imam-hatip okullarından yetişen müftülerle yaptığımız bir toplantıda hazır bulunan 90 yaşındaki bir pirifani, “Allah, Mustafa’dan razı olsun, beni aslıma döndürdü” demişti. Bu hatıramı neden anlattım? Filistin kahramanlarından biriyle beraber olduk, yemek yedik, şehit edilen çocuklarının fotoğraflarını gösterdi ve sağ olanı da elimi öptü. O yiğit adam, o küçük çocuğuyla ve de şehit olan çocuklarıyla teselli buluyordu. İçimden geçenleri ona söyleyemedim ama iki yıldır yazılarımda korktuğum şeyin, şehit olanlar, evleri yıkılanlar ve yıkılacak olanlar değil, sağ kalanların eğer bu batılların janjanlı hayatlarına özenerek İslam’ı bırakıp onların kriterlerini kabul ederlerse bir nesil sonra inkâr enkazı altında kalacakları, Allah’ın hükmüne göre değil, ABD kriterlerine göre hayat yaşamaya zorlanacakları, kucağında taşıdığı yavrusunun bile kendi inancına karşı çıkar hale geleceği ihtimalini ona söyleyemedim. Cenaze namazının kılınmamasını vasıyyet eden Aziz Nesin, babasını anlatırken: “Dünyaların en iyi babası benim babamdır. Düşmandır düşüncelerimiz. Dosttur ellerimiz. Dünyada tek elini öptüğüm, Babamdır…” diyor. Düz yolda bile yakıtı biten araba, hızının etkisiyle biraz daha yol alır ya, işte İslam da bizim ülkemizde yakıtının ağzının kapatıldığından sonraki aldığı yolda dünyaya gelen ve üzerinde İslam kokusu olan babasına hayran Nesin. Bu şiirin tamamını bir okuyuverin. Türkiye’de birçok İslam düşmanlığı yapanlar, insanların kriterlerini, Allah’ın hükmüne tercih edenlerin, atları Hans, Trump, Marks değil; bizimkilerin adları da Müslüman’dı ve birçoğunun soyadı, İmamoğlu, Müezzinoğlu, Müftüoğlu, Hocaoğlu, Mehmet Ali, Mustafa, Zekeriya… Çağdaşlık adına, fuhşun her türlüsünü, şarabın, rakının, viskinin votkanın her türlüsünü kanunileştirenlerin, hırsızların, katillerin, mafyaların, gaspçıların dedesi, ninesi, haram yemez, yalan demez idiler. Dikkat etmezseniz, siz de bizim gibi olacaksınız” diyemedim. Batı kriterlerinin yetiştirdiği Trump, Putin, Netanyahu, Şi gibi adamların her biri, halkın yüzde elli birinin “iyi adam” oyunu almış insanlar. Bu sistem, bu gibileri yetiştirir. İslam’ın kendisinin değil, “İslam” adının bile güzel anılarla ve hasretle anıldığı Filistin’de, yüz yıl süren direniş halinde bile yetiştirdiği ve işgalci İsrail’in “Güzel bir örneğin yaşaması, bizim körkütük cahil ve zalimliğimizi ortaya çıkaran adam” diyerek şehit ettiği Ahmed Yasin ayarında bir adam çıkaramamıştır” diyemedim. Hırsız, katil, gaspçı, sarhoş, berduş, katil, tecavüzcü gibilere karşı meydanların, bulvarların, sokakların, sitelerin evlerin her tarafında gözetlemek için gizli kameralar yerleştirmek, ülkenin çağdaşlığını, özgürlüğünün kalkınmasının ölçüsü olmuştur” diyemedim. “Biz aldandık, yandık; bari siz aldanmayın” diyemedim. “Allah, hepimizi korusun” dedim ve ayrıldık.