Dilimizi Tanıyor muyuz?
Türkçe, yeryüzünde kullanılmakta olan diller arasında tarihi geçmişi “en eski olan” dillerden birisidir. Dilimizin yazı dili olarak yaklaşık 1400 yıllık bir tarihi geçmişi vardır. Konuşma dili olarak da aşağı yukarı dört-beş bin yıllık bir geçmişi olduğu öngörülmektedir.Dilimizin bugünkü genel görünümü de şöyle özetleyebiliriz: Yaklaşık 220 milyon kişi tarafından 11 milyon km2lik bir alanda yirmi beş ayrı ülkede -yerleşik olarak yaşayan Türkler- tarafından kullanılan bir dil. İşçi olarak da yurtdışına giden vatandaşlarımızın yaşadığı ülkeleri de sayarsak,elliyi aşkın ülkede konuşulan bir dil…1980'lerin ortalarında Birleşmiş Milletler (UNESCO), hazırladığı bir raporda Türk Dili’nin konuşan insan sayısı bakımından dünyada en çok kullanılan beşinci büyük dili olduğunu göstermiştir.Öte yandan Türkçe'nin söz varlığının zenginliği bakımından da dünyanın önde gelen dillerinden biri olduğu görülmektedir. Türk Dil Kurumu’nca hazırlanan Büyük Türkçe Sözlük ’te söz, deyim, terim ve ad olmak üzere toplam 616.767 söz varlığı bulunmaktadır.Ayrıca Türkçe; akraba adları, renk adları, özür durumunu bildiren kelimeler, atasözleri ve deyimler bakımından dünyanın en zengin dillerindendir.Akraba adları dediğimizde; anne, baba, kardeş, dede, nine gibi ilk akla gelen adlar dışında onlarca ad daha sayabiliriz. Mesela “kuzen” kelimesi son zamanlarda dilimizde yaygınlaşmaya başladı.Ancak kuzen dediğimizde “amca oğlu mu, dayı oğlu mu, amca kızı mı, dayı kızı mı, teyze oğlu mu, teyze kızı mı?” belli değildir. Batı dillerinde bunların hepsi için kuzen ya da muadili bir kelime kullanırken, Türkçede her biri için ayrı kelime kullanılır. Hatta dahası da vardır; Anadolu'nun bazı yerlerinde (mesela Çukurova'da) teyze oğlu için “böle” tabiri kullanılır.Renk adları denendiğinde ak, kara, gök, sarı, yeşil, mavi gibi herkesin bildiği temel renklerin dışında pek çok renk adı vardır.Kavuniçi, devetüyü, ördekbaşı, camgöbeği,çayalı… gibi nice renk adları vardır.İnsanların beden ve organ eksikliğini ifade etmek için, önceden “özürlü” günümüzde “engelli” diye Türkçeye çevirdiğimiz bir tek kelime (batı dillerinde) kullanılırken, dilimizde her bir özür durumu için ayrı kelimeler kullanılır. Hatta çoğu engel durumu için birden çok kelime kullanılır.Mesela: konuşma engeli için tat, lal, dilsiz,pepe, ahraz vs. gibi birçok kelime kullanılır.Görme engelli için; kör, âmâ vs.bütün bedenini kaplayan engelliler için, kötürüm, çot vs. kullanılır. Ayrıca; topal,aksak,çolak, kolsuz, sağır, kambur… gibi nice adlar kullanılır ve bunlar rencide edici bir anlam taşımaz, hakaret içermezler.Atasözleri ve deyimlere gelince, gerçekten de dünyanın en zengin birkaç dilinden biri durumuna gelir Türkçe.Saymakla bitiremeyeceğimiznice atasözü ve deyimlerimiz vardır. Hatta kültür Türkçesini girmemiş, literatüre girmemiş nice deyim ve atasözlerimiz mahallî ağızlarda yaşamaktadır.Bir kısmı da iletişim, ulaşım, televizyon, modernleşme vb. sebeplerle yeni kuşaklara aktarılamamakta ve unutulmaya terk edilmiş durumda bulunmaktadır.Evet Türkçe çok eski ve zengin bir dildir. Ancak biz bugün Türkçe konuşan insanlar olarak bu zenginlikten yararlanabiliyor muyuz?“Ol mahiler ki derya içredir, deryayı bilmezler” sözünde olduğu gibi bir durumda mıyız? Maalesef, ailede ve okulda çocuklarımıza dilimizin bu zenginliğini öğretemiyoruz ve aktaramıyoruz.Günlük hayatta 200-300 kelimelik bir söz dağarcığı ile konuşan bir gençliğimiz var.Yeni yayımlanan kitapların çoğunda 2000-3000 kelimelik bir söz dağarcığı karşımıza çıkıyor. Buna, aşağılık kompleksi, özenti ve taklit hastalığımızla yabancı dil hayranlığını da ekleyince karşımıza devasa dil sorunları çıkıveriyor. Bu da yukarıda çerçevesini çizdiğimiz görkemli Türkçe manzarasıyla hiç uyuşmuyor.Çözüm nedir? Elbette çok şey söylenebilir; yıllardır söyleyip, yazıyoruz. Ancak kestirmeden söyleyelim. Öncelikle ve özellikle ana dil sevgisini ve bilincini geliştirmek zorundayız.