DEVLETLÜLER DEĞİŞİR
“Devlet” kelimesi Arapçadır. Mutluluk, saadet, değişme, değişkenlik manalarına gelirken devletten yararlananlara da “devletlü” denir. “Bu para tedavülden kalktı” yani yerine başka para basıldı dendiğinde “tedavül” kelimesi “devlet” kelimesinden türetilmiştir. Ve bir makam ki, oraya zaman zaman değişik insanların geldiği yer anlamınadır. Kur’an-ı Kerim’de malın bazı kişi ve ailelerde birikmemesi için: “Allah'ın şehirlerin halkından Resulüne geri verdiği fey'i (harpsiz elde edilen ganimet) Allah'a, Resulüne, yakınlara, yetimlere, fakirlere, yolda kalanlara aittir. Böylece (mal) içinizdeki zenginler arasında devlet/dolaşan bir şey olmasın. Peygamber size neyi vermişse alınız. Size neyi yasakladıysa ondan vazgeçin. Allah'tan sakının. Şüphesiz Allah'ın azabı şiddetlidir.” (Haşr süresi ayet 59/7) buyururken kapitalizmi ve komünizmi dışlıyor. Zekâtlar ve sadakalar da Müslümanlar arasında servetin dolaşıp durması için bu “devlet” kelimesini kullanmıştır. Burada durun ve ağzınızı ve burnunuzu kapatıp ne kadar nefes almadan durabileceğini kontrol ediniz. Saniyeler sonra burnunuzdan aldığınız nefesin tadına bir bakınız; işte o nefes en büyük devlettir. Onun için devletin en zirvesindeki Kanuni Sultan Süleyman: “Olmaya devlet cihanda bir nefes sıhhat gibi” deyivermiş. İslam devleti, hiçbir zaman bir ırkın devleti olmamıştır. Yöneticilerin adıyla anılmışlar: Emeviler, Abbasiler, Endülüs, Eyyubiler, Gazneliler, Babürlüler, Selçuklular, Osmanlılar gibi bazen kurucusunun adıyla, bazen kurulduğu şehrin adıyla anılmış ve kurucular her ırktan insanların kurduğu bir teşkilat olmuş. Gazneliler, Babürlüler, Selçuklular, Osmanlıların yöneticilerinin hepsi Türk ırkından olmasına rağmen, aile adını kullanmışlar. Sevgili Peygamberimizin eğitiminden geçen ashab-ı kiramın çoğunluğu Arap olmasına rağmen, Habeşli Bilal, Farslı Selman, Rum Suheyb, Yemenli Huzeyfe, Karanlı Üveys (Veysel) (Allah, hepsinden razı olsun) gibi değerli insanların eğitilmeleriyle bir ümmet oluşturulmuş. Kur’an-ı Kerim’de “ümmet” kelimesiyle anılması da devletin bir millete ait olmadığını, Kur’an ve sünnete uyan ve yeterli özelliklere sahip olan her Müslüman’ın, ırkına bakılmaksızın otoritenin başına seçilebileceğini haber verir; yeter ki, “…Hüküm yalnız Allah'ındır…” (Yusuf süresi ayet 12/67) ayetini esas alsınlar. Sevgili Peygamberimiz, 13 yıl Mekke döneminde önce devleti kuracakların ahlaken olgunlaşmaları için iman esaslarıyla Allah’a ve Resulüne itaati gönüllerde kök saldırmış. Kendisi Arap olmasına rağmen karşısına dikilenler hep Araplar olmuş. Öldürülmesi için Mekke parlamentosunda karar almış saf kan Arap ırkından olanlar. Bu da gösteriyor ki, devleti temsil edecek otoritenin belirli bir ırka mensup olması şart değildir. Saf kan Arap ırkından olan Mekkeli müşriklerin baskısıyla Medine’ye hicret eden Sevgili Peygamberimiz, devlet kelimesini kullanmadan lazım gelen teşkilatlanmaya da başlamış. Ama teşkilatlanmada görev alanlar, barışa, savaşa, açlığa, tokluğa, zenginliğe, fakirliğe… dayanıklı insanlardan meydana geliyordu. Özel kuvvetler değil, bütün Müslümanların yediden yetmişe yaygın eğitim, yardımlaşma, dayanışma gibi konularda birlikte olma yolu seçilmişti. Mehmet Akif Ersoy merhumun deyimiyle: “Toplu vurdukça yürekler onu sop sindiremez”di. Bir ümmet, tek bilek ve tek yürek olma yolunda eğitilmişlerdi. Medine’de on yıl kalan Sevgili Peygamberimizin ashabı arasında davaya ihanet eden bir tek insan çıkmıştı ve onun da iyi niyetlerle yanlış yaptığını gören Sevgili Peygamberimiz onu afvetmişti. Çağdaş eğitimle yetişen ABD başkanı Biden’ler, Çin başkanı Şi’ler, Rus başkanı Putin’ler, dünyanın her tarafında, çağdaş eğitimlerden geçen savaş pilotlarının uçaklarıyla gökten yere ölüm yağdırırlarken, çağdaş ekonomistler onlara yol göstererek sermayenin belirli ellerden dışarı çıkmasının engellenmesi ve fakirin elindekinin zenginlere aktarılmasının yollarını okuttukları gibi danışmanlıklarda bulunuyorlar. Akif merhum: “Demek: İslâm’ın ancak namı kalmış Müslümanlarda; Bu yüzdenmiş, demek, hüsran-ı millî son zamanlarda. Eğer çiğnenmemek isterseler seylâb-ı eyyama; (zamanın seline) Rücû’ etsinler artık Müslümanlar sadr-ı İslâm’a” diyor.