"Bir Muammer Baran Geçti Karaman'dan"

Yayınlanma: 28.04.2020 12:28 Güncelleme: 28.04.2020 12:28

Karaman, kültürü, tarihi, coğrafî durumu, bereketli toprakları ve ticaret yollarının kavşağında yer alması nedeniyle¸ çağlar boyunca değerli olmuş bir şehirdir. Batı Anadolu için İstanbul ne ise¸ İç Anadolu için de Karaman aynıdır.Karaman eski dönemlerde ‘Larende’ olarak bilinirdi. 1256'da Karamanoğulları devletinin başkenti olan Larende, Cumhuriyetin ilanından sonra KARAMAN adını almıştır. Karamanoğlu Mehmet Bey Konya civarında Moğollarla yaptığı savaşı kazanarak Konya'yı Moğol işgalinden kurtarmış ve Larende’yi Karamanoğlu Devletinin başkenti yapmıştır. O tarihlerde Anadolu Selçuklularının resmi dili Arapça, edebiyat dili Farsça idi. Yönetenlerle yönetilenler arasında dil konusunda büyük farklılıklar meydana gelmişti. Dil farkı büyük tepkiler doğurdu. Hacı Bektaş Veli, Tapduk Emre, Yunus Emre, Aşık Paşa, Sarı Saltuk ve Karamanoğlu Mehmet Bey başta olmak üzere daha birçok kültür tarihinin büyük isimleri Türk kültür ve medeniyetinin perişan edilmekte olduğunu görerek, siyasal ve kültürel atağa geçmişlerdir. Karamanoğlu Mehmet Bey 13 Mayıs 1277 yılında yayınladığı bir fermanla Türkçenin zaferini sağlamıştır. Bu fermanla; “Bu günden sonra hiç kimse sarayda, divanda, meclislerde ve seyranda Türk dilinden başka dil kullanmaya…” diyerek Türkçeden başka konuşulan ve yazılan dilleri yasaklamıştır.Bugün Karaman halkının diğer bölgelere nazaran daha düzgün bir öz Türkçe kullanmasını bu fermanda aramak lazımdır. İşte bu düzgün öz Türkçeyi en iyi kullanan insanlardan biriydi Muammer Baran. Onun Türkçeyi kullanmasındaki ahenk ve lezzet bir başkaydı. Fakat Muammer Baran yalnızca Türkçeyi çok iyi kullanmakla kalmaz. Medrese¸ türbe ve külliyeleriyle Karamanoğlu Beyliği uygarlığının açık hava müzesi görünümünde olan Karaman şehrinin manevi atası olmuş, üç kuşak Karamanlı, Muammer Baran’ın güler yüzü, kültürü, şiirleri, hikmetli halleri ve konuşmaları, mızıka sesleriyle büyümüştür. Sadece bu kadar değildir Muammer Baran. Dürüst, namuslu, onurlu, daima nezaketli kişiliğiyle insanlara örnek olmuştur.  Elinden düşürmediği gülü çiçeği, meyveyi, kitabı bir bereket timsali gibi dolaştırmış, adeta Karaman sokaklarına, çarşılarına, pazarlarına bereket saçmıştır. Lise’ye giden talebeler bilemedikleri soruları, Fransızca, İngilizce derslerini ona sorup öğrenmişlerdir.  Her hangi bir konuda zorda yoklukta kalanın imdadına Hızır gibi yetişip ona yardım etmiştir. Anadolu uygarlık tarihinde çok önemli yeri olan Karaman¸ aynı zamanda maneviyat erleri ve Allah dostlarının da güzergâhı ve tasavvufun önemli merkezlerinden biridir. Mevlana ve ailesi ilk kez Karaman’a gelip yerleşmiştir ve Muammer Baran’da 13. nesil Mevlana hazretlerinin torunudur.  Muammer Baran’ın anne tarafından dedesi Hz. Mevlana soyundan Mevlevi şeyhi Hacı Salih Dede’dir. Mevlana hazretlerinin geninden gelen ilahi ulviyet Muammer Baran’da tecellisini bulmuştur. Muammer Baran pilotluk mertebesi ile bir uçak kazası geçirmiş, ölmemiş ve geçirdiği uçuş kazasından sonra, yıllarca Karaman Lisesi’nde Fransızca öğretmenliği yapmıştır. Muammer Baran yeryüzünün belki de gelmiş geçmiş en kibar, en güzel konuşan, en kültürlü insanıydı. Lâtince de dâhil olmak üzere altı yabancı lisanı çok iyi derecede bilirdi, Bir dizesini hatırlattığınız şiirin, örneğin; ‘Han Duvarları’nın, ‘Sakarya Türküsü’nün, ‘Sutüven’in, ya da her hangi çok uzun bir şiirin tamamını müthiş bir duyarlılıkla, coşkuyla adeta yaşayarak tamamını anında olağanüstü bir ahenkle okurdu size. Söylediğiniz basit bir sözü alır, bir ansiklopedik metin gibi besler, bir kompozisyon gibi geliştirir, bir şiir gibi imgelerle süsler önünüze koyar ve sizi müthiş dehası, kültürü, inceliği ve kibarlığıyla adeta büyülerdi.Büyük dedesi Mevlana hazretlerinin; “Hamdım, piştim yandım elhamdülillah,” dediği gibi, uçak kazası geçirip ölümden dönmenin başkalığı ile hamken pişmiş ve Allahın manevi aşkıyla yanmış, dünyadan elini eteğini çekmiş, dünyanın tüm maddi şeylerinden vazgeçerek Allah yolunda yürümüştür.“SokaktayımYıllardır sevdiğimi arıyorumGözlerim onun sevgisiyle bağlıAllah’ı arıyorum. Hiç birinizin haberi yok bundan.Geliyorum sokağınıza giriyorum Ağır ağır yürüyorum dar karanlıktaHer adımda bir durup bakıyorum Evlerinizin duvarında hafif bir ışıkHepiniz yine uykulardasınız. SokaktayımYılardır sevdiğimi arıyorum. Sımsıkı bir umut içimdeYollarda okul önlerinde Kabristanlarda camilerdeHer yerde Gündüzde gecedeAllah’ı arıyorum. Sokaklarınızda Mevlana gibi dönüyorumKuş oluyorum bazen gökte uçuyorum Evlerinizin kiremitlerinde ay ışığıGözlerimi pencerelerinize dikiyorum Oda oda sessizlik bir çıt yokYavrularınızla uykulardasınız. Sokaktayım.Yıllardır sevdiğimi arıyorum Ev ev geziyorum her geceBirinizin haberi yok bundan Tek tek yüzlerinizi açıyorum.Gözlerinizde yabancı bir uyku Aradığımı bulamıyorum.Sokaktayım. Yılardır sevdiğimi arıyorum.Biriniz elimden tutup yapışmıyorsunuz.Hepinize üzülüyorum.Uyandırmak istiyorum tek tek uykunuzdan.Kıpkızıl dolaşıyorum Üstüm başım Kızıl denizi ayırıp geçmesidir Musa’nın.Fark etmiyor, görmüyorsunuz. Sevdiğimin aşkıyla yandığımıAllah’ı aradığımı görmüyorsunuz.” Yukarıdaki, o ünlü ‘SOKAKTAYIM’ şiirinde belirttiği gibi, bir ömür Allah sevgisini anlatmış ve Allah’ı aramıştır. Dünyanın ve maddi olan her şeyin gelip geçici olduğuna inanarak, ‘bir lokma, bir hırka’ düsturuyla yaşamış, çok sade bir hayat sürmüş, hasır üzerinde yatmış, akşamdan akşama yemiş, senenin üç yüz altmış günü oruç tutmuş, her sabah kabristanları, medreseleri ziyaret edip, dualar etmiştir. Muammer Baran karşısına çıkan insanlara öyle içten davranırdı ki, onlara kendi göremedikleri yanlarını gösterir, yeteneklerinin, sevinçlerinin, iyi güzel yönlerinin açığa çıkmalarını sağlardı. Neşeli ve güler yüzlüydü. Evine getirilen hiçbir eşyayı ve gıdayı evinde bırakmaz, ihtiyacı olana dağıtırdı. Böylece hiç bir eşya, gıda bulunmayan evine günlerce kapanır, Allah’a zikretmekten kendinden geçer¸ O’nu tefekkür ettiği zaman ise kendinde ayrı bir hâl zuhur ederdi. Derin bir vahiy haline daldığı; üç beş gün sonra evinden çıkıp da “Neredeydin Muammer Abi?..” diye sorduklarında; Zikr-i ilâhîden başka hiçbir şey hatırlayamaz; “Kâbe’ye gidip namaz kıldığını..” söylerdi. O anda yüzlerce Karamanlı hacı da onu Kâbe’de namaz kılarken görmüştür. Sevgi, hoşgörü timsali olmuş, kötülüğü öldürmüştü. Allahu Teâlâ’ya duyduğu bitmeyen sevgisiyle, iyilikle, Çeltek Mahallesi’ndeki meyve bahçesinin elmalarını, armutlarını, kayısılarını, eriklerini dağıtmış, kalbinden onun adını geçirenin önünde belirmiş, gülümsemiş Allahın selamını vermiştir. Üç kuşak Karaman halkı onun sevgisini, kerametini, Allaha olan inancının yüceliğini görüp yaşamıştır. Muammer Baran’ın hayatı, hayalin uzanamayacağı kadar güzel bir erdem tablosudur. Daha mükemmel olması için, evrendeki ahenk gerçeğinde görüldüğü gibi eklenemez ya da çıkarılamaz bir şey. Bazen bir işareti, bir bakışı, ses tonu anlamaya yeterdi. Bir insan hayatından çıkan bu ses, bu davranış ahengi, ilâhi bir müziğin notaları gibiydi. Bin bir acılı, azaplı; kışları zemheri buzların içinde yatıyordu, ama yinede tebessümünü yüzünden hiç eksiltmeden İsmet Paşa Caddesi’nde neşeli ve onurlu bir kahraman gibi dimdik dolaşıyordu. Kutsal bir azaptı yaşadığı ve o azabın içinde, güzeli, sevgiyi, iyiyi doğruyu anlatıyordu. Şefkatiyle, sevinciyle hissizi ağlatırdı. Bir aynaydı, içinde herkese kendini tanıtırdı. Yoluna dikenler serildi, deli denildi, hakarete uğradı fakat hep sabrediyor, bir yandan da: “Onları affet Allahım!”diyordu. “Deli Muammer’in oğlu,”  diye anılıp incinmesin diye oğlu Hasan Baran’ı bile kendinden hep uzak tuttu. Bu acıma, merhamet bir sır saklıyordu sanki. Acılara sabrettikçe artıyor, katlandıkça büyüyor, devleşiyordu bu güç. Muammer Baran’ı daha iyi tanıyabilmek için Kâbe’nin kapısında onu görüp elini öpenler hatırlanmalı bir de. Cenazesine akın eden on binlerce insana bir bakmalı. Çocukları görünce yüzünü neşe kaplar, onlara meyve, kitap, şeker dağıtır, mızıka çalardı. Karaman’ın bütün çocukları onu severdi. Bütün gençleri yaşlıları, kadınları onu severdi. Karaman’ın manevi atasıydı. Gönüller sultanıydı. Muammer Baran’ın seksen yıllık ömrü öyle bir hayat ki, nefes alışından, adım atışına, gülümseyişine kadar hikmetti. “Para bulunur ama insanlık bulunmaz,” derdi. Tek bir sözü ümitsizliğe çözüm, tek bir davranışı anlamazlıklara hakemdi. Muammer Baran öyle bir seksen yıl yaşadı ki, üzerinde tek leke bulunmayan, erdemin nakışlarıyla süslü bir güzellik örgüsüydü o yıllar... İyi ve güzel olan her şey, Muammer Baran’dan yansıyordu. Öyle kalıcı bir insandı ki, sesi ve gülümsemesi Karamanlıların gözlerinin önünden hiç kaybolmayacak.O’nun bakışı, sevgisi, davranışı farklıydı. Kimseyi kırmadan, incitmeden, bıkmadan, usanmadan, insanlara sevgiyle davrandı. “ Yıkma insan kalbini yapacak ustası yok!” derdi. Muammer Baran, Karaman'ın sembolü olmuş, yediden yetmişe tüm Karamanlılarda tatlı hatırası olan, dünyada eşi benzeri bulunmayan muhteşem bir insandı. Kimseye benzemezdi. Giyinişi bile bambaşkaydı. Mevlevi Şeyhleri bir merasime iştirak etmiyorlarsa destarsız sikke giyer. Muammer Baran’da başına destarsız sikke giymiş, üstelik bu destarsız sikkenin üstüne birde Karaman’ın sembolü ongun kuşu koymuştu. Karamanoğlu beyliği devrinde kullanılan gümüş paralarda ONGUN kuşu vardır. Karaman’da, Alaaddin Ali Bey'in karısı, Murat Hüdavendigar'ın kızı Nefise Sultan Hatun'un yaptırdığı (Hatuniye Medresesi) Medrese'nin kapısında da kanatlarını açmış Ongun Kuşu vardır. Muammer Baran yüzünü de boyardı. “Neden dudağını ve yanağını kırmızı boyayla boyuyorsun, bu boyayış tarzı kadınlara mahsus değil midir?” diye sorulduğunda şöyle yanıtlamıştır: “Efendim, Allah-u Teâlâ, ‘Biz insanı erkek ve dişi suları ile karışık bir nutfeden yarattık’ buyurmuştur. Tasavvufta da zaten bu yüzden, dişi nefsi, erkek aklı temsil eder. Dişi ya da erkek olsun, ama insan, insan olsun. Ben Muammer Baran, insanlara insanın gerçek hakikatini, dişilik makamının nefis, erkeklik makamının ise akıl olduğunu bildirmek için böyle yapıyorum. Erkeklik şiddetinden ve egosundan insan olanın kurtulması gerektiğini göstermek için böyle yapıyorum efendim,” diye açıklamıştır. Muammer Baran’ın bu ulvi halini bilmeyen kendini bilmezler ona; ‘Deli Muammer’ demişlerdir. Peygamber efendimizin Taif’de deli diye taşlanmasını düşünüp kendisine deli diyenleri affetmiş, kötülüğü insanın kalbinde eriterek, insanlığa metot dersi vermiştir.Gözyaşı kadar berrak bir sevgiyle savunmuştur insanı.Kızmamış, sabırla, sevgiyle seslenerek insanların yüreklerine hitap etmiştir. Ömründe bir gönül kırmamıştır. Bir Allahın kuluna surat asmamıştır.Hasan-ı Basri Hazretleri, peygamber efendimizin vefatından yüz yıl sonrası insanlara şöyle demiş: “SİZ SÂHABEYİ GÖRSEYDİNİZ DELİ DERDİNİZ, ONLAR DA SİZİ GÖRSEYDİ MÜSLÜMAN DEMEZDİ.”Hasan Basri hazretleri bunu, peygamber efendimizin vefatından yüz yıl sonrası insanlara demiş. Bizlere ne derlerdi acaba aradan kaç yüzyıl geçmiş. Şöyle yaşantımıza bakalım ne kadar insanız, kusurları ne kadar gizliyoruz, hoşgörüyü, affetmeyi ne kadar öne çıkarıyoruz, zorda kalana ne kadar acıyoruz, içtenlikle yanında oluyoruz, ne kadar vicdanlı ve iyiyiz; yobazlıktan tutuculuktan uzak, o eşitlik, insanlık ve iyilik dini olan, bir pınar suyu gibi temiz ve saf İslamiyeti ne kadar yaşıyoruz? Ne kadar Allaha yakınız?Çukurova Üniversitesi, 'İlahiyat Fakültesi Dergisi'nde Profesör Ahmet Savran şöyle demiş:“Muammer Baran Anadolu evliyalarının en son halkalarından birisidir.”  Karamanlılar üç kuşak Anadolu'nun bu son evliyasıyla yaşadılar. Onun gülümsemesini, bilgeliğini, insaniyetini, ulviyetini gördüler ve Muammer Baran her zaman şöyle derdi: “İYİ İNSAN ALLAHA YAKINDIR.”Muammer Baran muhteşem bir insandı. Seksen yıllık ömrü boyunca insanlığıyla, ulviyetiyle, iyiliğiyle Allah'a yakın bir insandı. Derinliği ölçülemeyecek bir kalpti o. İnsan için üzülen, kendi nefsine bir pay ayırmaksızın, insan için çırpınan; samimi, saf, temiz, sevgi dolu bir kalpti. Bir insan kalbinin incitilmesine, bir karıncanın ezilmesine razı olmayan bir yüce kalp, Allah’a çok yakın bir kalp. Muammer Baran bütün zamanları kucaklayan bir kalbe sahipti. İnsanlık adına ne varsa, saygı uyandıracak ne varsa, saf olan ne varsa, iyi, sevimli ne varsa, Muammer Baran’ın hayatını doldurmuştur. Muammer Baran alev alev yanan bir meşale gibi dolaştı kırmızı giysileriyle Karaman sokaklarında. Karaman onunla aydınlandı. Allaha olan büyük inancı ve insan sevgisinin sarsılmaz gülümsemesi ve azmi¸ İslâm tasavvufunun özü¸ maneviyat kutupları¸ Karaman’ın her yanına yayıldı. Mevlâna’yı¸ Yunus Emre’yi, Hacı Bektaş’ı¸ Somuncu Baba’yı¸ Şeyh Edebali'yi¸ kısaca Anadolu'yu İslâm toprağı olarak yoğuran irşad erlerini¸ pirleri¸ dervişleri¸ yaşattı, Karaman sokaklarında dolaştırdı. Allah dostlarının, Anadolu topraklarına güzellikler salan erenlerin evliyaların elleri ve nefesleri oldu. Evet, bir Muammer Baran geçti Karaman’dan. Hazreti Allah’tan gayri her şeyi unutmuş ve muhabbet deryasına gark olmuş büyük bir bilge ve evliya, bir mübarek zat geçti Karaman’dan. Damarlarda dolaşan kan gibi, Muammer Baran, ilim, ihsan, iyilik, sevgi, güzellik, doğru yolu gösterme ve nasihat etme ile ilahî bir sevgiyle dolaştı Karaman sokaklarında. Anadolu’nun bu son evliyasının manevi ders ve sohbet halkalarına katılarak onlardan feyz aldı üç kuşak Karamanlı.  Karaman onun feyz ve bereketlerine kavuştu.Muammer Baran mala mülke, paraya pula, giyime eşyaya hiç değer vermedi.İnsana değer verdi.İyi bir insan oldu.Muammer Baran her zaman şöyle derdi: “İYİ İNSAN ALLAHA YAKINDIR.”Muammer Baran seksen yıl Allaha yakın iyi bir insan oldu.Tüm evliyalar gibi hangi gün Allaha kavuşacağı kendinde zuhur oldu ve 28 Nisan günü etrafında toplanmış komşularına, “Benim içime öyle doğuyor ki, yarın, bu fani dünyadan ayrılacağım, Karamanlıların omuzlarında Rabbime gidip kavuşacağım,” dedi ve 29 Nisan günü o sevgi dolu ruhunu teslim etti. Ertesi Cuma günü ise on binlerce Karamanlının katıldığı bir cenaze töreniyle karaman şehir kabristanı girişine defnedildi.Nurlar içinde yatsın.

Devamını Okumak İçin Tıklayınız