ATEŞ, ATEŞLİKTEN VAZGEÇEMEZ
Siyonist, barış anlaşmasını imzalarken, komutanı tetik çekmeye devam eder. Allah celle celalühle savaş eden, Musa aleyhisselama ihanet eden birçok peygamber katleden, 1900 yılından bugüne kadar yüzlerce barışa imza atmışlar ama imzalarına 24 saat sahip çıkmamışlar. Dün Mısır’ın Şarm el-Şeyh kentinde imza görüşmeleri devam ederken bombalama devam ediyordu. Her barış imzalamasında bizden bir şeyler koparıyorlar. Katkıda bulunamıyorsak, etkili olamıyorsak, bize dinimizi yok ederek dünya hâkimiyetlerini sağlamaya çalışanlara karşı biz de parasını koruyan cimri gibi, namusunu korumaya çalışan iffetli insan gibi, dinimizi korumaya 24 saat devam edelim. Öğretmenler, her derste, ders konusu ne ise onun bilgisini verirken “Bu maddeyi kim yarattı?” sorusuna öğrencilerle cevap arasınlar. Bizim hocaefendi arkadaşlar, “Efendim benim hizmet edebilmem için benim maddi masraflarımın çekilmesi lazım” derler genelde. “Parasız olmaz” derler. Yani benim maişet derdi düşünmemem lazım, daha iyi kendimi verip hizmet edebilmem için. Bu mantıken doğru gibidir. Gerçekte ise doğru değildir. Çünkü bizim her şeyiyle önderimiz Sevgili Peygamberimizdir. Efendimiz (s.a.v.)’dir. O ise kendi maişetini/geçimini kimsenin üzerine yüklememiştir. Biz O’nun ümmetinin sadık birer ferdi olmak için uğraşıyoruz. Belirli bir makam ve mevki elde ettikten sonra “Yahu bizi niye beslemiyorsunuz?” diye hava atma tarafına da gidiyoruz. Hâlbuki Kâinatın Efendisi (s.a.v.) kendi elbisenin söküğünü bizzat kendisi dikermiş. Kendi evinin içerisinde, kendine ait işleri kendi yaparmış. Hanımına yardımda bulunurmuş. Dokuz tane hanım aynı anda yaşamışlar, hiçbirine tokat vurmamış. Dokuz tane hanımının geçimini bizzat kendisi temin etmiştir. Kıtlık yıllarında aç kalmışlar, Hazreti Aişe, “Bazen iki ay evimizde yiyecek olmaz, hurma yer, su içerdik başka bir şey yoktu” diyor. Yani ashabına yük olmamıştır. Efendimiz (s.a.v.), en yakın arkadaşı Hz. Ebu Bekir (r.a.), Hz. Ömer (r.a.), damadı Hz. Osman (r.a.), yine damadı Hz. Ali (r.a.)’ye dahi yük olmamıştır. Hem maişet derdini kendisi yüklenmiş hem peygamberlik görevini hakkıyla yerine getirmiş hem de insanlara her konuda yol gösterebilmiştir. Bu sünnetini biz neden uygulamayız. Maişetimizin Allah (celle celalüh) tarafından taksim edildiğini bildiren ayeti: “Rabbinin rahmetini onlar mı taksim ediyorlar? Onların dünya hayatındaki geçimliklerini biz taksim ettik. Birbirlerine iş gördürsünler diye, bir kısmını diğerleri üzerine derecelerle üstün kıldık. Rabbinin rahmeti onların topladıklarından daha hayırlıdır.” (Zuhruf süresi ayet 43/32) Bunu unutuyoruz muyuz yoksa? Maişet derdini kişi kendisi çekmezse insanların karın açlığıyla pek hassasiyeti olmaz. Etrafındaki, çevresindeki insanların maddi durumuyla pek ilgilenmez insan. Meselâ; memleketimizde yurt ve Kur’an kursu binalarının olduğu muhitlerin insanlarını dinlerseniz, genelde bu insanların yurt ve Kur’an kurslarına iyi gözle bakmadığını fark edersiniz. Niye? Çünkü 100 veya 150 tane talebeyle ilgilenirken o çevredeki insanlarla ilgilenmemişler. Oradaki yurt veya kurstaki insanlara ilgi gösterildiğini görüyorlar, arabayla yiyeceğin geldiğini, etin geldiğini, çeşitli maddelerin geldiğini görüyorlar ve kendileri de bu maddeleri elde edemeyince ister istemez insanın içinden o kuruluşa karşı bir burukluk meydana geliyor. Onun için İslami hareketlerdeki insanlar kendi geçim dertlerini kendileri üstlenecek olurlarsa etrafındaki insanların geçim derdi ile ne hallere düşebileceğini onlar daha iyi hesap edebilirler. Ve ondan sonra İslami hizmetini götürürken talebeye götürür. İhtiyarına, gencine, fakirine, zenginine götürür, amirine memuruna götürür. Günümüzde, bazı arkadaşlarda şöyle bir görüş vardır: İslâm’ı anlatmak için garip adamlar seçme vardır. Hâlbuki Peygamber Efendimiz (s.a.v.)’e bakıyorsunuz ki, en yiğit insanlara da talip, Gözleri görmeyen Abdullah İbn’ü Mektum, fakir ve kimsesiz fakir Bilali Habeşi gibi insanlara da talip, Doğu Roma imparatoru Hereklius’a talip, Pers kralı Kisra’ya talip, Ebu Cehil gibi, Ömer gibi insanlara da talip. Yani insan olana taliptir ve ikisi arasında ayrım yapmamaktadır. Ama tebliğin daha süratli ulaşabilmesi için yetki sahibi insanlarla biraz daha fazla meşgul olmuştur. Battal Gazi, at seçecek olsa, atın en deli dolusunu seçermiş sürünün içerisinden. Niye? Daha iyi binilir. O insanı daha çabuk, daha süratli götürür diye. Onun içindir ki daha deli dolu atla hedefe daha iyi varılır. Mekke’de de en deli dolu insanlardan Ömer ile Ebu Cehil’e talip olmuştur Rasülüllah (s.a.v.). Günümüzde bazı arkadaşlarımız, “Hocam bunlarla niye ilgileniyorsun, bu … herif ne idüğü belirsiz” diyorlar. Olsun ne idüğü belirsiz dediğimiz insanlar insan değil mi? Onlara biz İslâm’ı ulaştırmayacak mıyız? Biz sekiz milyara talibiz ve bu uğurda can ve malımızı verip cenneti almaya çalışan Müslümanlarız.