12 EYLÜL’ÜN DÜŞÜNDÜRDÜKLERİ
12 Eylül veya Eylül’ ler Türk Demokrasisi için yapısal bir olgu. Bizim demokrasimiz içinde otokrasiyi ve doğal olarak şiddeti barındıran bir demokrasi. “Bu ülkeye komünizm gerekliyse onu da biz getiririz, gençlere ne oluyor?” demokrasisi. “Yürümekle yollar aşınmaz” demokrasisi. “Siz isterseniz hilafeti bile geri getirirsiniz” demokrasisi. “Ya Vatan Cephelisiniz ya da düşman” demokrasisi. “Asmayalım da besleyelim mi?” demokrasisi. “Hukuku ortadan kaldıran ve açık faşizmi egemen yapan otoriteye onursal hukuk cüppesi giydirenlerin demokrasisi.” “Anayasayı bir kere delmekle bir şey olmaz” demokrasisi. AİHM ve Anayasa Mahkemesi kararlarını tanımıyorum” demokrasisi. “Sosyal Medyayı yarım saatte kazırım” demokrasisi. Yüzlerce sayabilirim. Sadece yukarıda saymaya çalıştığım ve her birisinin içinde çağdaş hukukun reddiyesi anlamına gelen hükümler çıkabilecek bir doğu demokrasisi. Peki, tüm bunlara karşı halkımızın reflekslerinin kapsama alanı ne kadardır? Bunca garabet, bizde günlük ve vaka-i âdiyeden söylemlerden ibaret kalır. Bu faşizm çarkına yapılan itirazların kendisi için olduğunu anlamaz bile. Çünkü halkımızın büyük bir çoğunluğunun bu kavramlar ve sonuçları ile ilgisinin olduğu pek söylenemez. 12 EYLÜL 1980 darbesi de böyle bir kabul içinde yapıldı. Halktan ve sözde aydınlardan en küçük bir karşı duruş olmadan faşizm, gitti ülkeye demokrasiyi getirenlerin koltuklarına oturdu. Astılar kestiler, öldürdüler, yıldırdılar ve yeni kapitülasyonlara imza attılar ama arkasından en yüce makamlara getirildiler. Halkımızın alkışlamaktan avuçları patladı. Demek ki zora dayalı bir hükmetme biçimi bizim milleti fazlaca rahatsız etmiyor. Bugünümüzün demokrasisindeki arızalarının altında halkımızın demokrasi algısının kalitesi yatar. Hükmedenler de güle oynaya işlerine bakarlar. Hatırlayabildiğim altmış yıla yakın bir zaman diliminde halkımızın bu yapısında köklü bir değişiklik olmadı. Sanki dev bir buzdağının tam merkezine yerleştirilmiş bir halde yaşayıp gidiyoruz. Dört yanımız buz.