SORUNUMUZ ÖZGÜRLÜK
Mahmut TOPTAŞ
Kıldığımız beş vakit namaz üzerinde biraz kafa yoralım.
Sabah namazında hayata gözlerimizi açtığımız anda ilk yaptığımız Eylem/Amel-i Salih, iki rekatlı sabah namazı sünnetini kılmaktır.
Sonra camiye gidenlerimiz, imama uyarak iki rekatlı farz namazı kılarlar.
Namaz kılma emri, yeri-göğü yaratan, çiçekler ve yıldızlarla donatan Rabbimizden geldiği için bu emre boyun eğmek hiçbir insanın şahsiyyetini zedelemediği gibi boyunu yaratana boyun eğdiğinden izzeti ve şerefi artar.
Sünneti kılarken yalnız başına hareket ederek Rabbine boyun eğer.
Farz namazı kılarken imama uyarak, topluca omuz omuza, gönül gönüle kenetlenerek yalnız ve yalnız yaratana boyun eğeceklerini “Allah’ü Ekber/En büyük Allah’tır” diyerek ifade ederler.
Camide, sokakta, işyerinde, dairede her nerede olursa olsun birileri tarafından belirlenen özel kıyafet giymezler.
Rabbin ve Rasülünün belirlediği tesettüre uyarak, temiz ve güzel elbiseler giyerlerken hepsi aynı veya ayrı kıyafeti giyme zorunluluğu yoktur.
Almanya’da Almanların çıkardığı “Çağdaş sanat” dergisinde sanatsal yazıları ve resimleri yayınlanan bir hanımefendinin, Avusturya’da bir ilkokulda yaptıkları araştırmayı okumuştum.
Kıyafet zorunluluğu olmayan ilkokulda, bir sınıfın bir hafta özel kıyafetle ders almasını sağlamışlar.
Ders alırken, teneffüse çıkarken, oyun oynarken, imtihan sorularını cevaplarken dikkatle izlemişler.
Bir hafta sonra kendileriyle aynı sınıfta olan diğer şube öğrencilerinden her konuda geri kaldıkları gözlenmiş.
Dünyalara sığmayacak kadar geniş yürekli yaratılan insan oğlu, kendisi gibi birileri tarafından yontula yontula kalıba alınıyor ve seksen senelik bir hedef de okullarda veriliyor.
Servet, şehvet, şöhret ve makam.
Bunları elde etmenin yolları….
Bunları sağlayacak kim olursa olsun ona uyum sağlamaya alıştırılmış sağcılar ve solcular olarak hizmet vermeye hazır insanlar.
Laiklik elden gitmesin diye Haram ve Helal kelimeleri, eğitim ve öğretin kurumlarının avlu kapısından içeri girmesi yasaklanmış.
Servet, şehvet, şöhret ve makam vadeden herkesle birleşebilen çağdaş eğitimli insanlar yetiştiriyoruz.
Rabbimiz hazreti İbrahim’den bahsederken:
إِنَّ إِبْرَاهِيمَ كَانَ أُمَّةً قَانِتًا لِلَّهِ حَنِيفًا وَلَمْ يَكُ مِنَ الْمُشْرِكِينَ
“Şüphesiz İbrahim (tek başına) bir ümmetti. Allah'a itaatkâr (batıla meyletmeyen) hanif idi. O, müşriklerden olmadı.” (Nahl süresi ayet 120)
Tek başına bir ümmetti. Çoğunluğa uyarak müşriklerden olmadı, kendisini yaratana uydu.
Bütün peygamberlerin eğitiminin temelinde kula kul olmamak ve yalnız Allah’a kul olmak olduğunu Kur’an şöyle haber verir:
وَمَا أَرْسَلْنَا مِنْ قَبْلِكَ مِنْ رَسُولٍ إِلَّا نُوحِي إِلَيْهِ أَنَّهُ لَا إِلَهَ إِلَّا أَنَا فَاعْبُدُونِ
“Senden önce gönderdiğimiz her Peygambere: "Benden başka ilah yoktur, bana ibadet edin" diye vahy ettik.” (Enbiya süresi ayet 25)
Biz, çağdaş hocalar, kalıba alındığımızdan Kur’an’ın kelimelerini de bize öğretilen bilgi kalıbına alarak manayı daralttık.
Mesela, “O varya o, ibadetine çok düşkün bir muhteremdir” dendiğinde neler aklımıza gelir?
Namaz, oruç, Hac, Umre.
“Anne annem başörtülüydü”
“Dedem namazını hiç geçirmezdi”
Başka…. Yok.
Halbuki Kur’an’ın yüklediği mana: Allah’a kul olmak için yaratılan insanın, yirmi dört saatlik hayatının, yaratanın kurallarına göre ayarlanması anlamınadır.
Yaratanın kelamının önüne hiçbir kurum veya kuruluşun karar, kanun ve laf-ü güzafını geçirtmemek anlamınadır.
Yedi milyarı, yaratana bağlamayı yasaklayacaksınız, türetilmiş insan guruplarına uyduracaksınız, özetlersek en gelişmiş insan tipi olarak adamı Bush’laştıracaksınız, sonra da onun ardından giderken dünya genelinde işlediği suçtan dolayı cezalandıracaksınız.
Bu olacak şey değil.
Bush’u örnek veriyorum. Çünkü dünyadaki bütün terör örgütlerinin bir ömür boyu öldürdüğü insan sayısı, Bush’un dört yılda öldürdüğüne denk gelmiyor.