“Işid” kelimesini okudunuz. Şimdi aklınızdan neler geçti?
Veya aynı örgütü anlatan “Daiş” kelimesini okuyunca veya duyunca aklınızdan neler geçti?
Daha doğrusu soru şöyle olmalıydı, bu iki kelimeyi duyduğunuzda aklınızdan neler geçirtiyorlar?
Babanız, anneniz, arkadaşlarınızdan birinin adı geçse hemen sizin onun hakkındaki kanaatleriniz kelebek gibi uçuşur fikir dünyanızda.
Çünkü bunları tanıyorsunuz. Hiç görmediğiniz ve bu güne kadar duymadığınız adamlar hakkında o güvendiğiniz adamlar ne diyorsa biz de onu diyoruz.
Saddam’ın yatak odasında saklı, Ankara’yı yerle bir edecek “cehennem silahları” nı seyrettirdiler televizyonlardan bize.
Kutuplarda yaşayan ve Amerikalı gemicilerin atıkları arasında ölmemek için çırpınan kuşun can çekişmesini körfezde çekilmiş gibi verdi televizyonlarımız.
Hepsinin yalan olduğunu kendileri söylediler ve biz “Adamlar ne kadar dürüstler, hatalarını itiraf ediyorlar, biz olsak yapamazdık” diye hain ve yalancıları yüceltirken kendimizi alçalttık.
Işid’i Esed kurdurmuş.
Işid’i CIA besleyip büyütmüş.
Işid, İsrail istihbaratının kurduğu teşkilatmış.
Işid, Saddam dönemi İstihbaratçılarının kurduğu teşkilatmış.
Işid’i Türkiye destekliyormuş.
Işid’i Suud krallığı besliyormuş.
Bir senelik zaman içinde her konuşma ve yazmasında bunların hepsini söyleyen adamlar var.
Daha önce söylediğini mi unutur, yoksa bizim unutacağımızı mı zanneder bilmem her defasında ayrı yerlerin maşası olduğunu söyler.
Peki, bana göre nedir?
Tanımadığım insanlar hakkında bir şey söylemem mümkin değildir.
1981 yılından beri İstanbul’dayım.
İslami kesimin bir çoğunu tanıdım da diyemem.
Ben kendimi tanıyamamışım da onları mı tanıyacağım.
Oturuşuna, kalkışına, Kur’an okuyuşuna, sohbet meclislerinde sessizce dinleyişine hayran olduğum birini bu sene yeniden gördüm.
Sohbet esansında bir hocanın adı geçince o sessiz adam aslan gibi kükredi ve “bizim dağın derelerinden birinde elime bir geçirsem ben ona yapacağımı bilirim” deyiverdi.
30 yıllık İstanbul hayatımda yanıma uğrayan bazı adamların İslami kesimden çalışkan insanlar hakkında “O İngiliz ajanıdır., bu CIA ajanıdır, şu Suud adına çalışır, öbürü İran adına hizmet eder, beriki MİT ajanıdır... gibi iftiralar havada dolaştı durdu.
Cantaş yayınevinin bitişiğindeki odayı solcu gençler tuttular ve orada “Demokrat Arkadaş” adında bir dergi çıkardılar. Sene galiba 1988-89 du.
Her gün gelip geçerken merhabalaşıyoruz, bir gün birlikte çay içerken “Sizin ağabeyiniz olarak kabul edilenlerden filan, filan, filan hakkında yine sizin tarafın dergi ve gazetelerinde ajan olduğu yazıldı. Siz, şimdi bunlarla nasıl birlikte hareket ediyorsunuz? Dediğimde bana, “Bundan kurtulmak mümkin değil. Bunları söyleyenler ispat edemezler, söylenen aksini ispat edemez. Biz, hedefe kilitlenmişiz, idealimizi gerçekleştirme yolundan taviz vermeden yola devam edeceğiz. Bizimle beraber hareketimize katılan kişiler, kim olursa olsun hedefe varmayı engelleyecek hiç bir söz ve hareketine izin vermedikten sonra nereden olursa olsun bizi ilgilendirmez. Yoksa herkesten şüphe duymaya başlarız” demişti.
Ondan sonra İslami kesimde insanların yaptıklarına ve söylediklerine itibar etmeye başladım ve herkesin birbiri hakkında söylediklerine değer vermedim.
Hazreti Ali’nin (Allah ondan razı olsun) “Söylenene bak, söyleyene değil” sözüne uyarak kişilerin kendi söz ve davranışlarıyla yargılayalım.
Söz, doğruysa kim söylerse söylesin önemli değil, biz onu alırız.
Söz kötüyse yine kim söylerse söylesin onu almayız.
Ama doğru söz, değerli birinin dilinden dökülürse onun tadına doyum olmaz.
Doğruyla eğriyi belirlemede ölçümüz, örfümüz, adetimiz, ırkımız....olmasın, yedi milyar insanı yaratan Allah (celle celalüh)’ ın kitabı Kur’an olsun vesselam.